İslamî İlimler ve Müslümanlığımız

Ebubekir Sifil2007, Aralık 2007, Gazete Yazıları, Uncategorized

Bu gençlerin önünü açmak, motivasyonunu artırmak, geleceğin dünyasında onları "ekmek kavgası"na kurban etmemek, yıllarını vererek elde etmekte oldukları son derece hayatî birikimi kendilerinden sonrasına aktarmalarını sağlayacak imkânlar/zeminler oluşturmak bizim elimizde. [fotoğraf: msnbcmedia.com]

İçinde bulunduğumuz süreçte İslamî ilimlerle aramızdaki ilişkinin hayatiyetinin fark edilmeye başladığını bir genel tesbit olarak dillendirebiliriz. İslamî ilimler tedrisi amacıyla açılan ilim müesseseleri var; belli bir ilgi oluşmuş durumda elhamdülillah.

Bununla birlikte İslamî ilimlere zemin teşkil eden Asleyn (Usulüddîn ve Usul-i Fıkıh) konusunda kayda değer bir faaliyetin, bu ilimlerin tedrisi noktasında ciddi bir çalışmanın yapıldığını söylemek zor. Oysa bu iki ilim hakkı verilerek tedris edilmedikçe İslamî ilimler adına üretilen her bilgi temel bir eksiklikle malul olacaktır.

Usul-i Fıkıh sahasında ağırlıklı olarak VIII/XIV. asır itibariyle büyük ölçüde iki ayrı damar olarak varlığını sürdüren Fukaha/Hanefiyye metodu ile Mütekellimîn metodu, bu zaman diliminden sonra birleştirilecek ve her iki metodu mezc eden çalışmalar ortaya çıkacaktır.[1]Geçtiğimiz Eylül ayındaki bir yazımda bu noktaya kısaca temas etmiştim.

Bu çalışmaları önemli kılan, İslamî ilimlere temel teşkil eden “Asleyn”in bir zeminde birleştirilmesi, bir diğer ifadeyle o döneme kadar –özellikle Fukaha/Hanefiyye metodu bağlamında– birbirinden bağımsız gibi yürüyen iki temelin tek bir potada eritilerek ortaya “üssü’l-esas” bir yapının konulmuş olmasıdır. Bu –moda kavramlarla ifade edecek olursak– “Teolojik Metodoloji”dir ki, kurucu nesillerin temel muvaffakiyeti “Asleyn’in tesisi” ise, sürdürücü iradenin en temel muvaffakiyeti de muazzam bir zihnî performansla bu iki temeli bir potada eriterek yeniden üretmeleri olmuştur.

Bütün bunları niye anlattım?

Gerçekten son derece zengin bir birikimin varisleri, dolayısıyla son derece ağır bir yükün muhataplarıyız. Bu birikimi hazmedecek ve o dünyada dirayetle dolaşabilecek insan yetiştirmek zannedildiğinin aksine son derece zordur. Mustafa Sabri Efendi’nin ve Zâhid el-Kevserî’nin Asleyn sahasındaki birikimini yeni nesillere taşıyacak talebelerinin bulunmadığı bir ortam bize başka neyi anlatır ki!?..

Yine de umutsuz değiliz. Yeni yetişen nesiller içinde istikbalde önemli roller üstlenebilecek gençlerimiz var çok şükür. Onların önünü açmak, işini kolaylaştırmak ve sayılarını çoğaltmak mecburiyetindeyiz. Ve bunu yapabilecek durumdayız.

Hem modern dünyanın ahvalinden, hem kendi aslî dünyamızdan haberdar gençler… Edepli, had-hudut bilen, itikadı ve ameli sağlam, kabiliyetli, çalışkan ve azimli…

Bu gençlerin önünü açmak, motivasyonunu artırmak, geleceğin dünyasında onları “ekmek kavgası”na kurban etmemek, yıllarını vererek elde etmekte oldukları son derece hayatî birikimi kendilerinden sonrasına aktarmalarını sağlayacak imkânlar/zeminler oluşturmak bizim elimizde.

Eğitim “pahalı” bir alan. Uzun süre, harcadıklarınızın karşılığını göremediğiniz, hatta “verip unutmak” gibi asil bir ruh durumu ve ufukla göğüslememiz gereken bir alan. Neylersiniz ki, geleceğimiz de burada…

27 Aralık 2012 – Milli Gazete

Kaynakça/Dipnot

Kaynakça/Dipnot
1 Geçtiğimiz Eylül ayındaki bir yazımda bu noktaya kısaca temas etmiştim.