Diş Dolgusu

Ebubekir Sifil2004, 2004 Yılı, Gazete Yazıları, Okuyucu Soruları, Temmuz 2004, Temmuz Ayı 2004 OS

Soru: Sizin de bildiğiniz üzere gusül abdestinde ağzın içini yıkamak, Hanefi ve Hanbeli mezhebinde farz, Maliki ve Şafii mezhebinde ise sünnettir. Bu durumda Hanefi mezhebine tabi ve ağzında diş dolgusu olan bir müslüman Maliki veya Şafii mezheblerinden birini taklit etmezse farzı terk etmiş olup, guslü sahih olmaz mı? Bir hoca her gün radyoda ısrarla guslünün sahih olmayacağını, cünüplükten kurtulamayacağını söylüyor. Başka Mezhepleri taklit etmenin ölçüsü nedir? Bu konuda fetva nedir?

Cevap:.Soruda da ifade edildiği gibi gusül abdesti esnasında ağzın içini yıkamak Hanefî ve Hanbelî mezheplerinde farz iken, Şâfiî ve Mâlikî mezheplerinde sünnettir. Kaplama veya dolgu dişin Hanefî mezhebinde gusle mani olduğunu söyleyenler, Hanefî Fıkıh kitaplarında mevcut şu hükümden hareket ediyor: Gusül esnasında su, diş çukurundaki yemek kırıntısının altına ulaşmazsa gusül sahih olmaz.

Bu mesele ile ilgili olarak el-Kevserî merhum, Düzce‘den kendisine mektupla sorulan bir soruya Kahire‘den şu cevabı göndermiştir: “Diş doldurtma (dişe dolgu yaptırma) meselesinde ince eleyip sık dokuyorsunuz. İmam-ı A’zam, ayetteki (5/el-Mâide, 6 ayeti) “fettahherû” (iyice temizlenin) emrine istinaden, külfetsiz olarak suyun ulaşabileceği her yere ulaştırılması gerektiği görüşündedir. Binaenaleyh “mazmaza ve istinşak (ağzın ve burnun içinin yıkanması) gusülde farzdır” demiştir. Lakin hiçbir zaman “temiz iken diş doldurtmayınız” veyahut “doldurttunuz ise yıkanacağınız zaman dişlerinizi söktürünüz” dememiştir. Bunun ilerisine gitmek ona iftira olacak. Fıkıh kitapları meydanda!

“Erkek hakkında kullanılması yasak olan altın, diş kaplamasında ve perkitilmesinde (dişin sağlamlaştırılmasında) kullanılabilir mi meselesi malum. (Bu mesele) İmam Muhammed‘in “es-Siyeru’l-Kebîr“inde ve “el-Muvatta“ında olduğu gibi, takriben her Fıkıh kitabında da mevcuttur. Hatta hafız Cemâluddîn ez-Zeyla’î, “el-Hidâye“nin hadislerinin tahrici olan “Nasbu’r-Râye“de, “Uhud günü (savaşta) dişim kırıldı. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.v), altından diş edinmemi (yaptırmamı) emir buyurdu” ve “Osman dişlerini altınla kaplattı” gibi hadis ve eserler mevcuttur. (Bu rivayetlerde geçen) “tadbîb”in “kapla(t)mak” ve “şedd”in “perkitmek” manasında olduğu malum. (…)

“Bunlarda “su altlarına geçerdi” denilemez. (…) Parası olan dişini doldurtsun ve yaptırsın; hiçbir Şer’î engel yoktur. Dişlerin ne olduğu da malumdur. Temizlikleri mucib-i tereddüt olamaz…” (Bu mektubu”Gençlik ve Namaz” adlı kitabında (339-40) nakleden muhterem Yusuf Özcan hoca, onu bizzat görerek tahkik ettiğini belirtiyor.)

Yusuf Özcan hoca, mezkûr kitabında bu mesele ile ilgili olarak merhum Ö. Nasuhi Bilmen ve Said Nursi‘den de birer fetva nakletmiştir. Her iki fetvada da zaruret ve hacet durumunda dişleri kaplatmanın veya doldurtmanın caiz olduğu ifade edilmiştir. el-Kevserî merhumun fetvasında herhangi bir zaruret veya hacet söz konusu edilmediği halde Ö. Nasuhi Bilmen ve Said Nursi‘nin fetvalarında, cevazın zaruret veya hacet şartına bağlandığı dikkat çekmektedir.

Keza Hanefî ulemadan el-Kâsânî merhum da kaplamanın dişe tabi olduğunu, tabiin de asıl hükmünde olduğunu söylemiştir.

Netice olarak şunu söyleyebiliriz: Hanefî mezhebine mensup bir kimse dişine kaplama veya dolgu yaptırdığı zaman, yaptırdığı bu kaplama veya dolgu asıl diş hükmüne geçer ve Said Nursi merhumun da dediği gibi kaplama veya dolgunun altında kalan asıl diş, “ağzın zahiri” hükmünden çıkar; yıkanmaması guslü iptal etmez.

Diş dolgusu veya kaplaması yaptırmış olan kimsenin, şüpheden kurtulmak için, bu işlemi yaptırmadan önce ihtiyaten cünüplük veya hayız halinden gusletmiş olması ve bu işlemi yaptırdıktan sonraki gusüllerinde Şâfiî veya Mâlikî mezheplerinden birini taklid etmesi uygundur.

Bu iki mezhepte niyetin farz olduğu malumdur. İçinde herhangi bir tereddüt kalmamasını isteyen kimse, gusül abdesti almadan önce –mesela– Şâfiî mezhebine göre gusletmeye niyet etmeli ve bu mezhepte gusül abdestini bozan durumları öğrenip onlara riayet etmelidir.

Soruda yer alan “başka mezhepleri taklidin ölçüsü” meselesine gelince, başka bir mezhebi taklidin istismar konusu yapılmaması için öncelikle ortada bir zaruret veya ihtiyaç bulunmalıdır. İkinci olarak, fetvasıyla amel edilen mezhebin, amel edilen konuyla ilgili hükümlerinin iyice bilinmesi ve bunlara riayet edilmesi gerekir. Ve nihayet bir tek amelde birden fazla mezhebin fetvasıyla amel edilmemelidir. Söz gelimi Şâfiî mezhebine göre namaz kılan bir kimse, bu mezhepte namazı bozan fiiller olarak belirlenen hususlara riayet etmelidir. Bunlar arasında Hanefî mezhebine veya bir başka mezhebe göre namazı bozmayanlar olabilir. Ancak taklid ederek amele başladığı mezhepte o fiiller namazı bozduğu için bunların başka bir mezhepte namazı bozmayan fiiller arasında sayılmış bulunmasına adlanılmamalıdır.

Milli Gazete – 29 Temmuz 2004