Batı’da Yaşayan Müslümanlar ve Entegrasyon Problemi

Ebubekir Sifil2002, 2002 Yılı, Gazete Yazıları, Gündem, Gurbetçiler, Konularına Göre, Ocak 2002, Ocak 2002 OS, Okuyucu Soruları, Ümmet

Soru


Ben Avusturya’da üniversite öğrencisiyim. Son olaylar (11 Eylül olayları) neticesinde İslam’a olan ilginin hayli arttığını, bunun da  inşaallah çok hayırlı gelişmelere sebep olacağını söylemek isterim. İslam’ı kabul eden Avrupa’lı kardeşlerimizle, içinde yaşadığımız topluma nasıl faydalı olabileceğimizi konuşuyoruz. Bir Alman kardeşimizin bu meyanda karşılaştığı bir problemi size aktarmak istiyorum. Kendileriyle görüştüğü makamların bu kardeşimize söylediği şey özetle şudur: “Siz Müslümanlar Batı toplumunda Kur’an’ı yaşayacak olursanız, entegrasyonunuz mümkün değildir. Zira inandığınız Kitap size, sizin gibi inanmayanları “gördüğünüz yerde öldürmenizi”, “onları dost edinmemenizi” emrediyor. Böyle olunca, hem “iyi müslüman” olmanız, hem de Batı toplumuyla bağdaşmanız imkânsız gibi görünüyor.” Kardeşimiz bu konunun Sünnet’te ve tarihte tam tersine bir durum arz ettiğini söylemesine rağmen, sözkonusu makamların Kitap’tan delil istediklerini söylüyor. Sizden istirhamımız, fetva makamı sayılabilecek veya konunun otoritesi olan şahısların isimlerinin ve ayrıca kendi bakış açınızın tarafımıza bildirilmesidir….”

Cevap


Soru sahibi kardeşe, bu konuda kendilerine başvurabilecekleri birkaç isim gönderdim. Burada benden bekledikleri cevabı kısaca arz edeyim:

Öncelikle soruda geçen “makamlar”ın ilgili Kur’an ayetlerini değerlendirmelerinde hem yanlışlık, hem de eksiklik var. Yanlışlık, Kur’an’ın, Müslümanlar’a, “sizin gibi inanmayanları gördüğünüz yerde öldürün” diye bir emir verdiğinin söylenmesidir. Kur’an’da böyle bir ayet yoktur. Buna yakın görülebilecek tek ayet, 9/et-Tevbe suresinin 5. ayetidir ki şöyledir: “Haram aylar çıktığı zaman artık o müşrikleri nerede bulursanız öldürün. Onları yakalayın, hapsedin, bütün geçit yerlerini tutun.” Bu ayetin ise, ­ileride üzerinde ayrıntılı olarak durulacağı gibi­ “Müslümanlar gibi inanmayanlar”ı değil, sadece ­belli bir kısım­ müşrikleri kasdettiği açıktır.

Soruda zikredilen “makamlar”ın, Kur’an’ın, “sizin gibi inanmayanları dost edinmeyin” dediği şeklindeki tesbitlerine gelince, Kur’an’ın muhtelif ayetlerinden hareketle bu konuda öngördüğü temel prensibi şöyle ifade edebiliriz:

  • Bir kimse veya topluluk Allah’tan başkasını dost edinmişse, [1]58/el-Mücâdele, 14
  • Bir kimse veya topluluk hem Allah’ın hem de Müslümanlar’ın düşmanı ise [2]60/el-Mümtehıne, 1,
  • Bir kimse veya topluluk, Müslümanlar’ın yurtlarından çıkarılmalarına yardım etmişse [3]60/el-Mümtehıne, 9,
  • Bir kimse veya topluluk “iki yüzlülük” ediyorsa [4]4/en-Nisa,89 böyleleri Müslümanlar tarafından dost edinilemez.

Eğer söz konusu “makamlar” Allah’tan başkasını dost edindiklerini, hem Allah’ın hem de Müslümanlar’ın düşmanı olduklarını, Müslümanlar’ın yurtlarından çıkarılmasına yardımcı olacaklarını ve dahi iki yüzlü olduklarını itiraf ediyor iseler, elbette Müslümanlar da onları dost edinmeyecektir.

Not: Marmara İlahiyat öğrencilerinin internet kanalıyla gönderdiği davete, Ankara’da ikamet ediyor oluşum ve meşguliyetim sebebiyle iştirak edememenin üzüntüsü içindeyim. Haklı davalarında yanlarında olduğumu bilmelerini isterim.

Gayrimüslimler’in dost edinilmemesinin Kur’an tarafından zikredilen sebeplerini kısaca vermiştim. Her şeyden önce aradaki “din farkı”, Müslüman-gayrimüslim ilişkilerinde mesafeli bulunmayı normal kılan en önemli unsurdur ve esasen muhtelif Hristiyan mezhepleri arasında bugün bile şiddetinden çok fazla bir şey kaybetmeden berdevam olan fiili çatışmalar, Hristiyan dünya için ­“din farkı”nı bırakalım­ “mezhep farkı”nın bile “diğeri”ni dost edinmenin önünde büyük bir engel olarak durduğunun ifadesidir.

Tarihsel olarak dostluk ilişkisi kurmayı ilk reddeden tarafın Ehl-i Kitap olduğu da bir vakıa olarak not edilmelidir. Eğer böyle olmasaydı Yahudiler ve Hristiyanlar, Allah Teala’nın gönderdiği son Din’i ve son Elçi’yi inkârda ısrar etmezlerdi. Oysa Kur’an, onlarla aramızdaki ilişkiyi “sürdürülebilir” kılmak için onları “aramızdaki ortak kelime”ye çağırmıştır. (3/Âl-i İmrân, 64) Bu çağrının Ehl-i Kitap tarafından nasıl karşılandığını ise tarih bütün açıklığıyla göstermektedir.

Kur’an, Efendimiz (s.e.v)’e hitaben, “Sen onların dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hristiyanlar da senden asla razı olmayacaklardır” (2/el-Bakara, 120) buyurmakla bize şunu ihtar etmiş olmaktadır: Ehl-i Kitab’ın Müslümanlar’dan razı olması (Müslümanlar’la dostluk ilişkisi içinde olması) ancak Müslümanlar’ın onların dinlerine, varlık, eşya, insan telakkisine ve hayat tarzına razı olmasıyla mümkün olacaktır. Kur’an’ın, “Ey iman edenler! Yahudiler’i ve Hristiyanlar’ı dost edinmeyin…” (5/el-Mâide, 51) tarzındaki emrinin hikmetini burada aramak kanaatimce yanlış olmaz. Çünkü “siz onlarla ne kadar içtenlikle dost olmaya çalışırsanız çalışın, onların dinlerine uymadıkça sizden razı olmayacak ve sizi dost edinmeyeceklerdir.”

Günümüzde Müslüman-Ehl-i Kitap ilişkisinin arz ettiği durum bu gerçeği en güzel şekilde tasdik etmektedir. Görünüşte küresel egemenlik Ehl-i Kitap’tadır ve Müslümanlar “zayıf düşürülmüş” taraf konumundadır; ancak buna rağmen“Medeniyetler Çatışması” tezi gündemdedir ve buna rağmen “yeşil tehlike”, küresel egemenlerin gündeminin birinci sırasını oluşturmaktadır.

Bütün bu söylenenler, ilke olarak Ehl-i Kitap ile olsun, başkalarıyla olsun “adalet”e dayanan “iyi ilişkiler” kurulmasını gündemden çıkarmamızı gerektirmez. Kur’an şöyle buyurur: “Allah, din hususunda sizinle savaşmayan ve sizleri yurtlarınızdan çıkartmayan kimselere iyilikte bulunup kendilerine adaletle muamele etmenizi yasaklamaz…” [5]60/el-Mümtehıne, 8

Burada dikkat edilmesi gereken incelik şudur: “Dost olmak”la “iyi ilişki içinde olmak” birbirinden farklı şeylerdir. Bir diğer ifadeyle Müslümanlar Ehl-i Kitap ile dost olmayabilir, ancak yukarıdaki ayetin ve benzerlerinin getirdiği kayıtlar dikkatte tutulmak şartıyla Gayrimüslim dünya ile iyi ilişki içinde bulunmamıza da bir engel yoktur.

Burada, Müslümanlar’a karşı düşmanlık ve kin besleyenlerle böyle olmayanlar arasında bir ayrım yapılması gerektiğinin ve bu noktanın Müslüman-Gayrimüslim ilişkisinin şekillenmesinde temel bir belirleyici olduğunun altını çizmemiz gerekir.

Gelelim “entegrasyon” meselesine…

Eğer bu kelime, Batı toplumlarında yaşayan Müslümanlar’ın, “farklılıklarını muhafaza ederek” o toplumlarda hayatlarını sürdürebilmelerini anlatıyorsa buna kimse “hayır” demez. Ancak “bizim gibi inanacak ve bizim gibi yaşayacaksınız” dayatması söz konusu olursa, bunun onaylanmasını beklemek de muhaldir.

İçinde yaşadığımız “medyatik imajinasyon çağı”nda hayatını Batı’da sürdüren Müslümanlar, dış görünüş olarak bile içinde yaşadıkları toplumu “rahatsız etmemek”, “dikkat çekmemek”, “yanlış anlaşılmamak”, “kabul edilmek ya da reddedilmemek”… adına büyük ölçüde “değişim”e uğramışken, “dışlanmamak” için başka ne yapabilirler ki! “Bireysel özgürlükleri” bu derece öne çıkaran bir anlayış, onlardan, dünyaya “Batılı gibi” bakmalarını da isteyebilememeli değil mi?..

(Sahi, sakaldan, cübbeden, sarıktan işkillenen çağdaş imajinatif bakış için bunların Taliban çağrışımı yapması yeter bir gerekçeyken, ­biraz rötuşlanmış şekliyle­ aynı kıyafeti sırtında taşıyan Karzai’nin şıp diye “yılın en şık devlet adamı” seçilmesini nasıl yorumlamalıyız?…)

Soruda zikredilen “makamlar”ın gündeme getirdikleri ­bu seri yazının başında zikrettiğim­ 9/et-Tevbe suresinin, “Haram aylar çıktığı zaman artık o müşrikleri nerede bulursanız öldürün. Onları yakalayın, hapsedin, bütün geçit yerlerini tutun.” mealindeki 5. ayetine gelince, bu ayetin, Müslümanlar’la daha önce yaptıkları anlaşmalara sadık kalmayan, onlara ihanet eden “müşrikler” hakkında olduğu hem müfessirlerin açıklamalarından,hem de bağlamdan anlaşılmaktadır. Zira bir önceki (4.) ayette, “Muahede yaptığınız müşriklerden size (antlaşma şartlarından) hiçbir şeyi eksik bırakmayan ve aleyhinize kimseye yardım etmemiş olanlar (bu hükümden) müstesnadır” buyurulmaktadır. Öyleyse Müslümanlar’la yaptıkları anlaşmaya sadık kalan müşrikler bu hükmün dışında kalacaktır.

Dolayısıyla ­tekraren söyleyelim­ Müslümanlar’ın, bu serinin başında zikrettiğimiz şartları taşıyan Gayrimüslimler’le dostluk derecesine varmayan ilişkiler kurması Kur’an’ın yasakladığı bir husus değildir. “Kalbî muhabbet ve bağlılık”, “çıkara dayanmayan samimiyet”, “sırdaş edinecek derecede güvenme”… gibi hususların dostluğun göstergesi olarak alınması yanlış değilse, bu tür ilişkilere Batılı toplumların kendi bireyleri arasında bile “nadir” ­yoksa “ender” mi demeliydim?­ rastlandığını söylemek “malumun ilamı” olmaz mı? O halde niçin sadece Müslüman-Gayrimüslim ilişkisi söz konusu olduğunda “dostluk” meselesi gündeme getiriliyor?..

Bilindiği gibi Kur’an, Müslüman erkeğin Ehl-i Kitap kadınla evlenmesini meşru kılmıştır. (5/el-Mâide, 5) Dolayısıyla tek .başına bu husus bile, bahse konu “makamlar”ın “Kitabınız, sizin gibi inanmayanları gördüğünüz yerde öldürmenizi emrediyor” şeklindeki kanaatinin, ­yanlış anlama veya bilgi eksikliği söz konusu değilse­ tamamen “vehim”den kaynaklandığını göstermektedir.

Sonuç olarak eğer mesele “bağcıyı dövmek” değilse, Kur’an ayetleri de Sünnet nassları da, tarihî uygulamalar da ortadadır. İnsaf ölçülerinden ayrılmayan ve önyargılarının tutkunu olmamayı becerebilen hiç kimse, Kur’an ve Sünnet’in, yeryüzünde evrensel adalet ve hakkaniyete dayalı barışın biricik teminatı olduğundan şüphe etmez.

Ocak 2002 – Milli Gazete

Kaynakça/Dipnot

Kaynakça/Dipnot
1 58/el-Mücâdele, 14
2 60/el-Mümtehıne, 1
3 60/el-Mümtehıne, 9
4 4/en-Nisa,89
5 60/el-Mümtehıne, 8