Yaralar Sarılırken

Ebubekir Sifil2009, Gazete Yazıları, Ocak 2009

İsrail’in Gazze üzerindeki insanlık dışı tasallutu tam anlamıyla olmasa da şimdilik kısmen durmuş görünüyor. Bunda Hamas’ın destansı direnişinin rolü elbette çok büyük. Şehit ve yaralı sayısının kabarıklığı ve bölgenin başta başa harabe fotoğrafı veren görüntüsü bize Hamas’ın şanlı direnişini asla unutturmamalı.

Hamas’a bu ruhu verenin ne olduğuna iyi dikkat etmemiz lazım. Kısmet olursa –Gazze işgali dolayısıyla 3. sayısına değinemediğim– Rıhle’nin 4. sayısında Hamas’ın az bilinen, belki de hiç bilinmeyen bir yanını birlikte müşahede edeceğiz. Bu, şüphesiz Hamas’a temel karakterini veren ilmî ve itikadî zemindir…

İşgal sonrası Gazze’nin yarasını sarmak adına ülkemizden insanî yardım kurlularının şayan-ı tebrik çalışmaları devam ediyor. Başta İHH ve Cansuyu olmak üzere ilk günden beri orada örnek çalışmalar sergileyen bu “yüz akı” kuruluşlarımız İslam alemine Ümmet olmanın omuzlarımıza yüklediği sorumluluğun ifası noktasında uyarıcı bir etki de yapıyor.

Şu bir gerçek ki, Gazze için ciddi anlamda bir şey yapmak üzer toplanamayan, toplanıp dağılan ve derli-toplu bir görüntü vermekten bile aciz bulunduğunu el-aleme gösteren “İslam ülkeleri”, sureta bir şeyler yapmış olmak için bir araya geldiklerinde bile oradaki acıyı yürekten paylaştıkları hissini vermekten hayli uzaktılar. Stratejik endişeler, kahrolası kirli ilişkiler ve angajmanlar o toplantıların ve verilen demeçlerin şurasından burasından sızan zillet ve zavallılık…

Gazze işgali yeni bir turnusol kâğıdı işlevi gördü. Bu çetin imtihanı başarıyla verenler kimdi diye baktığımızda ilk sırada, sadece İsrail’e değil, yokluğa ve ilgisizliğe de direnen, Gazze’yi terk etmeyen ve teslim olmayan yiğit Gazzeliler gelirken, ikinci sırayı hiç şüphesiz o sivil toplum kuruluşları aldı. Oraya maddi-manevi yardımda devletlerin bile çok önünde ve ötesinde bir performans ve fedakârlık sergileyen bu kuruluşlarla ne kadar iftihar etsek azdır…

Gazze işgali bir gerçeği daha önümüze koydu: Müslüman milletimiz, işgalin ilk gününden itibaren son derece duyarlı davranarak İsrail’i ve ABD’yi hedef tahtasına koyan tepkisini artırarak sürdürdü. Bu son derece sıcak ve candan ilgi, Ümmet olmanın bize yüklediği sorumluluğun idrakinde olduğumuzun en doğrudan göstergesi ve iletimiydi.

Peki bu sıcak ilgi ve bu bilinçli tepkinin, İsrail’e hiç kimseye aldırmadan bu kadar serbest davranma imkânı bahşeden uluslar arası sisteme de yönelmesi gerekmiyor mu? İsrail’i bu kadar fütursuz ve saldırgan yapan, Nazi Almanyası’nda muhatap oldukları muameleleri şimdi mazlum Filistin halkına reva görecek kadar kudurtan bu uluslar arası sistem değil mi?

ABD güdümündeki Birleşmiş Milletler, AB, Nato ve diğerleri bu işgalde, kimi sessiz kalarak, kimi zımnen veya açıktan destek vererek, İsrail kadar suçlu olduklarını göstermediler mi?

Öyleyse bu Müslüman milletin, İsrail ve destekçilerini kınamak, İsrail mallarına boykot uygulamak, Gazzelilere maddi yardımda bulunmak ve sözlü dua etmek şeklindeki tepkisinin fiili duaya dönüşerek uluslar arası sisteme, onu destekleyenlere, onun bir parçası olarak hareket etmekten vaz geçmeyenlere, hatta varlıklarını onlara borçlu olanlara da yönelmesi gerekmiyor mu?

Bir yandan İsrail mallarını boykot edeceğiz, diğer yandan İsrail’e bu şımarık tavrını devam ettirme imkânı sağlayan uluslar arası angajmanların içinde bulunmakta ısrar edenleri desteklemekten vaz geçmeyeceğiz… İsrail mallarını tüketenler hesaba çekilir de, bu desteği verenler çekilmez mi zannediyoruz?

Niçin bu BM’ye, niçin bu uluslar arası sisteme, niçin İsrail’le askerî, ekonomik… işbirliğine, niçin bu zillete mahkûmuz?

Rıhle’nin 3. sayısı hakkında bir şeyler yazmak istiyordum çoktandır. Ancak İsrail’in Gazze işgali devam ederken başka bir konuda yazı yazmak içimden gelmedi. Orada mazlum bir millet tarihin gördüğü en alçak saldırılardan birine maruzken, analar, babalar, çocuklar, yaşlılar feryat içindeyken ve bir şehir baştan başa yıkılırken farklı bir konuyu gündemime almayı vicdanıma, kardeşlerime, Rabbime izah edemem diye düşündüm. Orada kardeşlerim tarihin gördüğü en şanlı direnişlerden birini verirken hiç olmazsa yazdıklarımla onların yanında olmak istedim, başka bir şey yazmaktan ar ettim…

Soğuk bir kış günü bir dostu Bişr b. el-Hâris el-Hâfî’yi ziyaret etmek maksadıyla evine gitmişti. Onu, üzerine ince bir elbise giymiş, odanın bir köşesinde titrer halde buldu. Şaşkınlıkla karışık, “Ey Ebû Nasr! Bu ne hal? Bu buz gibi soğukta herkes kat kat giyinirken sen elbiseni çıkarmışsın!” diye sordu. Aldığı cevap şuydu:

“Yoksulları hatırladım. Bu kış günü ne halde olduklarını düşündüm. Ancak onlara yardım etmek için elimden hiçbir şey gelmiyor; onlara verebileceğim hiçbir şeyim yok. Hiç olmazsa bu soğukta onların hissettiklerini hissederek onlara yoldaş olayım dedim.”

Milli Gazete – 24 Ocak 2009