İçinden geçmekte olduğumuz sancılı süreç, İslam Dünyası’nın geleceğinde hangi unsurların “belirleyici” olacağı sorusunun cevabını her aktörün kendi hesabına göre tayin etme mücadelesini anlatıyor aynı zamanda.
Denklem içinde her zaman ağırlıklı bir yer tutmaya devam eden Batı, klasik metodunu uygulamaya devam ediyor: Oyunu, “üst yapı”yı manipüle ederek kurgulamak. Buradaki “üst yapı” ifadesi, “halk” dışındaki –asker, siyaset, ekonomi, medya… gibi– bütün unsurları anlatıyor. Son örnek Mısır… Daha evvel farklı coğrafyalarda sahneye koyduğu “kadife devrim”, “turuncu devrim”… benzeri icraatları Arap Baharı sürecinde devreye koyarak Arap Dünyası’nda da sokağı manipüle etmek istediyse de, başarılı olamadığı görüldü…
Dolayısıyla bu bağlamda Batı’nın İslam Dünyası üzerindeki etkisinin, kısa ve orta vadede olmasa bile, uzun vadede kalıcılığını koruyamayacağını söylemek kehanet olmayacak. Örgütlü hareket etme refleksiyle tanışan ve korku duvarını aşmış bulunan Arap halkları, iradelerini ila nihaye emperyalist Batı’nın sömürü politikalarına teslim etmeye rıza göstermeyecektir..
Dün el-Kaide, bugün IŞİD olarak karşımıza çıkan ve hiç şüphesiz yarın daha başka isim ve görüntüler altında karşımıza çıkacak olan Selefî/Vehhâbî çizginin, genç kuşakları hedeflediğinden, kalıcı olma istidadını koruyacağını söyleyebiliriz. Gerek İslam Dünyası’ndan, gerekse “çağdaş” dünyadan gördüğü tepkiye rağmen durmadan gelişip yaygınlaşması bu söylediğimin en güçlü delili..
İhvan hareketi?..
Arap halkları nezdinde baskıcı yönetimlerinin yol açtığı arızalardan beslenen kısmî bir sempati ve desteğe sahip olsa da, halkın genetiğine arzu edilen ölçüde mazhar olamadığı da bir gerçek… Eş’arîliktense Selefî çizgiye daha yakın duran İhvan’ın, ulemadan ve ulemanın etkisindeki kitlelerden gerekli desteği görmemesini sadece bir kısım Eş’arî ulemanın siyasî miyopluğuna ya da zaman zaman ihanete varan çarpık anlayışına bağlamak yanıltıcı olacaktır…
Bu hengâme arasında Türkiye nerede duruyor?
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın İslam Dünyası’nda “sokakta” güçlü bir etkisinin bulunduğunda şüphe yok. Ancak bu etkinin Arap halkları bakımından “Osmanlı” çağrışımları eşliğinde oluşmuş bir beklentinin üzerine oturduğu gerçeğini ıskalarsak yanılırız. İslam Dünyası’nda gerçek anlamda benimsenmenin, kalıcı ve daha da önemlisi “belirleyici” olmanın kaçınılmaz şartı yukarıdaki cümlede geçen “Osmanlı” kelimesinde gizli. Arap Dünyası’nda sokaktaki insan, cami cemaati kendisini büyük ölçüde itikatta iki mezhepten biriyle, amelde de dört mezhepten biriyle ifade ediyor.
Bir Müslüman için en temel kimlik kodlarıdır bunlar. Türkiye’nin bu hassasiyetleri görmezden gelerek İslam Dünyası’nda, hatta kendi coğrafyamızda İslam kültürünün ve kimliğinin ihyası adına kalıcı işler yapması hayli zor…
Vahdet Gazetesi – 02 Mart 2015