Sünnilik Olmuyor, İ’tizal Verelim! Bizde Fırka Çok-4

Ebubekir Sifil2008, Aralık 2008, Gazete Yazıları

Konu hakkında şu ihtimaller de gündeme getirilebilir:

  1. Recm hadisleri uydurulmamıştır; ancak haber-i vahid hükmünde olup kesinlik ifade etmezler. Nitekim Usulcüler arasında recm hadislerinin mütevatir olmadığını söyleyenler vardır. Dolayısıyla bu rivayetlere dayanarak bir insanın hayatına kıyılamaz.

Bu ihtimal hakkında söylenebilecek olan –kısaca– şudur: Evet, Usulcüler arasında recm hadislerinin mütevatir olmadığı görüşünde olanlar vardır. el-Pezdevî[1]Bkz. Keşfu’l-Esrâr, II, 368. ve es-Serahsî[2]Usûlu’s-Serahsî, I, 293. bunlardandır. Onlara göre recm rivayetleri “mütevatir” değil, “meşhur”dur. Yani bu rivayetleri ilk kuşakta nakledenlerin (sahabî ravilerin) adedi tevatür seviyesine ulaşmamıştır. Ancak onların, recm hadislerinin mütevatir değil, meşhur olduğunu söylemiş olması, recm rivayetleriyle amel edilemeyeceği görüşünde olduklarını göstermez. Tam aksine onlar, meşhur hadislerin Kur’an’da yer alan bir hükme ziyade hüküm getirebileceğini ve Kur’an’da umumî ifadelerle yer alan hükümlerin çerçevesini daraltabileceğini (tahsis) söylemişlerdir. Recm rivayetleri de bu özelliktedir ve Kur’an’da zinanın cezası olarak zikredilen “celde”yi bekâr zanilere tahsis etmiştir. Dolayısıyla mezkûr alimlerin adını zikrederek recm rivayetlerinin güvenilirliğine ilişmeye çalışmak, en azından “istismar”dır!

Keza –mesela– el-Âmidî gibi usulcülerin recm rivayetlerini “haber-i vahid” olarak gördüğünü[3]Bkz. el-Âmidî, el-İhkâm, III, 191. ileriye sürerek de recm rivayetlerine güvenilemeyeceği davası delillendirilemez. Zira bu usulcüler, hadisleri –Hanefî usulcüler gibi– “mütevatir-meşhur-ahad” olarak üçe değil, “mütevatir-ahad” olarak ikiye ayırırlar. Dolayısıyla Hanefîler’in “meşhur” dediği rivayetler onların “ahad” dediği kategori içinde yer alır. Onların, ahad haberler arasında kesin ilim ifade edenlerin mevcut olduğunu söylemesinin[4]Bkz. el-Âmidî, a.g.e., II, 21. izahı da burada yatmaktadır. Bu itibarla onlar, recm rivayetlerinin güvenilmez olduğunu söylemek gibi bir garabet işlemekten uzak olmuşlardır…

Bu noktada altını çizmemiz gereken önemli bir nokta daha var: Recm rivayetlerinin haber-i vahid olduğu düşüncesi, Mu’tezile’den dahi onay alamamıştır. Mu’tezilî Ebu’l-Hüseyin el-Basrî, recm örneğini vererek ilgili Kur’an ayetinin Sünnet’le nesh edildiğini söyler.[5]Bkz. el-Mu’temed,. I, 397-8.

  1. Recm hakkında ileri sürülebilecek bir diğer ihtimal de, bu uygulamanın bağlayıcı olmadığı, Efendimiz (s.a.v)’in onu “devlet başkanı” sıfatıyla icra ettiği, dolayısıyla devlet başkanının, gerek gördüğü zaman bu uygulamayı yürürlükten kaldırabileceği şeklindedir.

Bu çıkarsamanın doğru olup olmadığını anlamanın en kestirme yolu, meseleyi Sahabe’nin nasıl anladığına, özellikle de ilk dört halifenin uygulamalarına bakmaktır. Şayet Sahabe arasında recmin inisiyatife bağlı bir uygulama olduğu ve yürürlükten kaldırılabileceği görüşünü haklı çıkaracak bir tutum sergileyen olmuşsa b.unun mutlaka nakledilmiş olması gerekir.

Ancak ortada ne böyle bir tutum, ne de böyle bir nakil var. Bu tarz delilsiz, karinesiz, temelsiz yaklaşımlar esas alınacak olursa ortada Sünnet diye bir şey kalmaz. “Efendimiz şu uygulamayı falanca sıfatla yapmıştır, dolayısıyla bağlayıcı değildir” diyerek bütün sünnetleri devre dışı bırakmak bu mantıkla pekala mümkün olabilecektir!

Hasılı, bilinç altını modern çağın değerlerinin belirlediği bir kısım Müslümanlar tarafından sıklıkla gündeme getirilen recm meselesi aslında bir “gösterge”dir. Kur’an’a, Sünnet’e, Sahabe’ye, ulemaya bakışı, Din telakkisini ve modernite karşısında ne türlü bir pozisyon alındığını ele veren bir gösterge…

Bir yanda Din’in diğer ahkâmı gibi recmi de hem bilgi, hem de amel olarak nesil be nesil tevarüs eden –Haricîler dışında– bütün Ümmet, diğer yanda Din’i onlardan daha iyi anladığı iddiasındaki küçük ve türedi ve –birikimi, şöhreti, akademik titri ne olursa olsun–onlarla kıyaslandığında elbette “cahil” bir grup!

Bir yanda Din’in, şöyle veya böyle, ama hal-i hazırdakinden behemehal daha yoğun bir şekilde hayatın içinde bulunduğu zaman dilimlerinde din, hayat, insan, suç, ceza, dünya, ahiret… hakkında kuşaktan kuşağa aktarılarak gelen canlı, diri ve sahici bir bilgi-algı–amel bütünlüğü, diğer yanda dinin ve dine ait olanın teorik, hayattan kopuk, sanal, kurgusal, hatta “ideolojik” tarzda öğrenildiği seküler bir dünya…

Zinanın, bu derece yaygın olduğu bir zamanda ve zeminde, bir “suç” olarak bizim üzerimizde, ilk kuşaklarda bıraktığına denk bir etki ve “tiksinti” bıraktığını kim iddia edebilir! Toplum olarak zinanın hayatımızın her köşesine, adeta normal bir fiil olarak kabul edilecek derecede sirayet etmiş olmasının, recmi inkâr tavrında hiçbir etkisinin bulunmadığını kim iddia edebilir!

“Allah ve Resulü bir işte hüküm verdiği zaman hiçbir mü’min erkek ve hiçbir mü’min kadının o işte kendi isteklerine göre tercih yapma hakkı yoktur. Her kim Allah ve Resulü’ne asi olursa, şüphesiz açık bir sapıklık ile sapıtmış olur” (33/el-Ahzâb, 36).

Milli Gazete – 15 Aralık 2008

Kaynakça/Dipnot

Kaynakça/Dipnot
1 Bkz. Keşfu’l-Esrâr, II, 368.
2 Usûlu’s-Serahsî, I, 293.
3 Bkz. el-Âmidî, el-İhkâm, III, 191.
4 Bkz. el-Âmidî, a.g.e., II, 21.
5 Bkz. el-Mu’temed,. I, 397-8.