Sünnilik Olmuyor, İ’tizal Verelim! Bizde Fırka Çok-1

Ebubekir Sifil2008, Aralık 2008, Gazete Yazıları

Aslında bu başlık, içerdiği genellemeci ima sebebiyle Mu’tezile’ye haksızlık etmektedir. Evet, Mu’tezile arasında tevatürü, ya imkânı veya ilim ifade edip etmemesi cihetinden tartışma konusu yapanlar olmuştur; ancak tevatürle sabit ahkâmın inkârını Mu’tezile’nin tamamının tavrı olarak takdim etmek kesinlikle yanlıştır.

Şurası şüphe götürmez bir gerçektir ki, tevatürün inkârı Mu’tezile’den çok Haricîler’in genel tavrıdır. Ancak günümüzde tevatürle problemi olanlar, düşünce tarzı bakımından Mu’tezile’yi çağrıştıran bir tutum içinde olduklarından, bu alandaki paralellik genellikle onlarla Mu’tezile arasında kurulur…

Recm cezasının aslında İslam’da mevcut olmayıp, kaynaklara –hatta belki hadisler arasına?!– sonradan sokuşturulduğu iddiasının gerçeklik değerini konuşmanın ilk şartı, bu meseleyi tartışma konusu yapanların ruh halini konuşmaktır. Meselenin Kur’an’da geçip geçmemesi, ya da ilgili hükmün “keçinin yediği” yahut “unutulduğu” nakledilen bir metinden başka dayanağının bulunmadığı iddiası aslında işin sadece “sosu”dur. Bu konu nasıl bir ruh hali ve nasıl bir zihin durumu ile gündeme getiriliyor, önce ona bakmak gerekir.

Örnek olarak Sibel Eraslan’ın konuyu yeniden gündem eden yazısından birkaç pasaj alalım:

“İnfazın bir cellât tarafından yerine getirilmesi bile felsefi ve psikolojik anlamda bu kadar sorunluyken, infazı toplumun gerçek kişilerine, kalabalığa yaptırtmak nasıl sorunlu olmaz? İnfazı seyredenler de dâhil, bundan sonrasında nasıl bir hayat süreceklerdir? Nasıl uyuyup, nasıl bir rüya görmeyi bekliyorlar? Mesela nasıl döndüler evlerine (…) babalar? Sonra nasıl yemek yediler, karılarının yüzlerinde neyi görüp, okşayacakları çocuk başlarında neye sürtündü avuçları? Bilmiyoruz…

“İnsanları sevmek”; ucuzlatılmış, korsanlarca yağma edilmiş bir tabir, biliyorum. Ama adalet ve hukuka saygının hizmet ettiği temel ide, nihai gaye de işte bu sevgidir… Merhamete inkılab edememiş bir adalet, henüz kariyerini tamamlamamış bir adalettir… Toydur. İşitmesi ve konuşması zayıftır, merhamet yoksunu adaletin… Hakkaniyet idesi gütmeyen adaletin, kesici bir alet edevattan farkı kalmaz. Oysa Adalet, testere değildir. İşte bu yüzden bizlerin, hepimizin cesur olması gerekiyor belki de… Toplum olarak topyekûn cellada dönüşmeden evvel, haksızlığın karşısında susmamak… Dilsiz ve sağır bir taştan farkımız olduğunu ispat edebilmek için, cesaret ve sevgi gerekiyor…”[1]http://www.gercekhayat.com/bolum.php?action=yazidetay&yaziid=3853&sayi=419.

Sibel hanımın yukarıda alıntıladığım sözlerinin ilk paragrafında, yazının recm cezası hakkında kaleme alındığını tasrih eden bir ifade vardı. Onu hazf etmek için yerine parantez içi üç nokta koydum.

Recm gibi –kendi ifadesiyle– “belalı” (!) bir konuya dair bulunduğu için yazının bütünü içinde çok aykırı durmuyor bu satırlar. Çünkü “insanlık dışı” bir ceza olan recmin Kur’an’da nassen yer almaması sebebiyle, Sünnet konusunda beyni modernite tarafından “dezenfekte edilmiş” insanlarda zaten mevcut bir peşin hüküm var. Ancak aynı satırlar mesela hırsızın elinin kesilmesini yahut zina eden (bekâr) kimselere 100 sopa vurulmasını öngören Kur’an ayetlerinin “gayri insanîliğini” (!) ortaya koyma amacına hizmet için de sevk edilebilir pekala. Aynı “merhamet” dolu duygusal söylemi o cezanın infazı ve infaz görevlisi hakkında da rahatlıkla kullanıma sokabilirsiniz. Oysa Kur’an, 100 değnek cezasını uygularken “mücrimlere acıyacağınız tutmasın; mü’minlerden bir grup da bu infaza şahitlik etsin” buyuruyor.[2]24/en-Nûr, 2. Ne yapacağız şimdi?..

Tehlikeli olan bu ruh halidir. Muhtevasını Kur’an Ve Sünnet’in belirlemediği “merhamet”, “sevgi”, “adalet”… gibi büyülü kelimelerin hukukî sahada neyi nereye kadar belirleme gücüne sahip olması gerektiğini kim nasıl tayin edecektir? Hangi ceza türleri bu sözcüklerin kapsama alanında görülmeli ve hangileri bu şişirilmiş alanın dışında bırakılmalıdır?..

Acaba Sahabe, herhangi bir hüküm hakkında “Bu ağır bir hüküm ey Allah’ın Elçisi; sevgi, merhamet ve insanlık anlayışıyla bağdaşmaz” gibi bir itirazda bulunmuş mudur? Böyle bir örnek hatırlayan var mı?..

Sibel hanımı birileri bir yerlere gömdü mü, ya da bu meseleyi yazdığı/konuştuğu için alnına taş değdi mi? Hâlâ “kaleminin zayıf kaldığı” meselelere dalıp çıktığına göre böyle bir şey olmamıştır. Bugüne kadar recm meselesini ya da tevatürle sabit olmuş bir başka hususu tartışma konusu yapanları kim taşladı ya da bir yerlere gömdü ki, Sibel hanım da “gömülme/taş yeme” edebiyatı yaparak sanal bir “zulüm” jargonu üzerinden gayri meşru tavrına meşruiyet devşirmeye gayret gösteriyor?

Bu ülkede İslam ahkâmı yürürlükte olmadığına ve Sibel hanımın ve onun gibi düşünen ilahiyat profesörlerinin, yazar-çizerlerin “mer’î mevzuat”la çatışmak gibi bir endişe taşımaları söz konusu olmadığına, hatta hatta recm de dahil olmak üzere “çağdaş” değer yargıları ve kabullerle örtüşmeyen itikadî ve amelî ahkâma “recmen bil gayb” saldırmak hayli prim yaptığı mücerreb bir moda olduğuna göre, bu mağdurluk/mazlumluk söyleminin gerçeklik değeri, anlamı ve maksadı ne ola ki?

Devam edecek. (İkinci yazı için buraya, üçüncü yazı için buraya, dördüncü yazı için buraya tıklayın.)

Milli Gazete – 1 Aralık 2008

Kaynakça/Dipnot

Kaynakça/Dipnot
1 http://www.gercekhayat.com/bolum.php?action=yazidetay&yaziid=3853&sayi=419.
2 24/en-Nûr, 2.