Kur’an’dan İlham Almak

Ebubekir Sifil2011, Gazete Yazıları, Nisan 2011

Akif merhumun “asrın idraki” dediği şeyin neye tekabül ettiği konusunda zihinlerimiz arzu edilen seviyede net olmasa da bir şeyi yakından biliyoruz: Bu idrakin temel taşlarını modernite döşemiştir. Onun oluşturduğu idrak ve algı durumuyla bakıyoruz Din’e ve onun kaynaklarına.

Bu tavrın en görünen tezahürünü Kur’an’la irtibatımız oluşturuyor. Ortalıkta öyle yoğun bir Kur’an vurgusu var ki, sanırsınız bu ümmet, Yüce Kitabımızla irtibatını koparalı yüzyıllar olmuştur da, şimdi birileri bu arızayı düzeltmek için çırpınıyor.

Oysa daha önce de farklı vesilelerle vurguladığımız gibi Kur’an’la irtibat Ulumu’l-Kur’an ve Usul ile sağlanır. Bu, işin olmazsa olmazıdır ve böyle olduğu için tarih boyunca Ümmet, Kur’an’la irtibatını bu zemin üzeninde inşa etmiştir.

Bunu yapmadığımız zaman ne olur?

Hicrî birinci asrın sonlarından itibaren yaşadığımız ve yüzyıllarımızı alan tecrübeyi yeni başta yaşamaya kendi kendimizi mahkûm etmiş oluruz. Yani yeniden bid’at oluşumlar, yeniden iç çatışmalar… Enerjimizi emmekten ve bünyeyi zayıf düşürmekten başka bir netice hasıl etmeyen bu vartaya yeniden ve yeniden düşmek gafletle değilse neyle izah edilebilir?

Biz ne zaman ki bu dini ve kaynaklarımızı “dünyevî” amaçları öne alarak anlama yanlışına düçar olduk, maddî varlığımızı da, manevî varlığımızı da, uhrevî encamımızı da o zaman tehlikenin kucağına ittik. Mevcut haliyle İslamî ilimlerin hangisine ait olursa olsun, herhangi bir kaynağın kapağını kaldırın, size, münhasıran “Allah rızası”na ve “uhrevî selamet”e götürmek amacıyla kaleme alındığını söyleyecektir.

Bu elbette sebepsiz ve anlamsız değildir. İnsanın biricik var ediliş amacı ve hedefi Allah rızasını tahsildir çünkü.

O halde şu noktada bir “bilinç tazelemesi” yapmak durumundayız, hem de “acilen”: İslam, bizi bu dünyada rahata erdirmek, hayatı konforize etmek, ne durumda bulunuyorsak o durumumuzu onaylamak… için gönderilmemiştir.

Biz bu dinin hükümlerine riayet ettiğimiz ve bunu münhasıran Allah Teala’nın rızasına nail olmak amacıyla yaptığımız zaman bunun maddî/somut semerelerini bu hayatta görürüz. Determinist bir anlayış içinde bunun hiç aksamayan  bir sebep-sonuç ilişkisi olduğunu söylemiyoruz elbette. Ama el-Hakîm olan Rabbülalemin’in, bize gönderdiği her hükmün içinde, arkasında bizim muttali olabildiğimiz ya da olamadığımız sayısız sırlar, hikmetler vardır. Biz o hükümlere riayet ettiğimizde o sır ve hikmetlerin tecellilerini görürüz. Ama bu, o hükümlerin illa bizi bu hayatta mutlu/mesut kılmak için gönderildiği anlamına gelmez.

Öyle durumlar olur ki, mükellefiyetlerimizi yerine getirmek bizi birtakım sıkıntılara sokar. Nitekim  Kur’an’da bu nokttaya şu suretle dikkatimiz çekilmiştir: “Kıtal size farz kılındı. Gerçi o hoşunuza gitmez…” buyurulur. Ancak hemen arkasından bir noktaya dikkatimiz çekilir: “Bazen bir şeyi kerih görürsünüz, oysa o sizin hakkınızda hayırlıdır ve bazen de bir şeyi seversiniz, oysa o sizin hakkınızda şerlidir. Allah bilir, siz bilmezsiniz.”[1]2/el-Bakara, 216.

Şimdi soru şu: “Klasik ulemanın görüşüdür/yorumudur” diyerek kategorize edilen İslam ahkâmının –Sahabe’den bu yana üzerinde icma edilenler de dahil olmak üzere– reddi, zatî değerini kaybettiği için mi, yoksa bizim algılarımızla örtüşmediği için mi böyle bir bakış açısına muhataptır?

Bizim Kur’andan aldığımız ilhamın murad-ı ilahiye seleften tevarüs edilenlerden daha uygun olduğuna delilimiz var mı gerçekten?..

Milli Gazete – 30 Nisan 2011

Kaynakça/Dipnot

Kaynakça/Dipnot
1 2/el-Bakara, 216.