Mezhebe Aykırı Ayet ve Hadisler

Ebubekir Sifil2002, Fıkıh, Hanefî, Konularına Göre, Mezhep, Ocak 2002

Bir konudaki bütün hadislerle amel edebilmek için o hadislerin sadece sıhhatinin sübut bulmuş olması yeterli değildir. Aynı zamanda mensuh olmadığının bilinmesi, tevil ile ortadan kaldırılamayan muarazadan salim bulunması ve özellikle Sahabe tarafından kendisiyle amelden sarf-ı nazar edilmemiş olması gibi hususiyetler de hadis ile amel için Hanefîler tarafından aranan şartlardır. Bu şartların hangi gerekçelerle konduğu, Usul kitaplarında ayrıntılı bir şekilde açıklandığı için burada bu noktaya girmeyi gereksiz görüyorum.

Öte yandan, diğer mezheplerin –ve hatta Hadisçiler’in– delillerin tearuzu durumunda izlenecek yöntemi belirlerken –hiyerarşide Hanefîler’le farklı bir tavır sergileseler de– neticede muarazayı ortadan kıldırmak için nesh ilişkisini devrede tuttuklarını unutmamak gerekir.

“Mezheb”in, son tahlilde bir “anlama yöntemi” olduğu şeklindeki tesbite, deliller arasında –her konuda olmasa bile “pek çok” konuda– tearuz bulunduğu vakıasını da ekleyerek olaya baktığımızda ortaya şu gerçek çıkmaktadır:   Mezhep, cüz’iyyatın delillerine belli bir metodoloji istikametinde yaklaşmaktadır. Bu demektir ki, ilk bakışta “mezhep delilleri değil, deliller mezhebi belirler” gibi görünse de, doğru olan burada şöyle bir tafsile gitmektir: Eğer mezheplerin metodolojileri delillerin değerlendirilmesi noktasında küllî-Şer’î kaidelere dayanılarak belirleniyorsa –ki öyle olmak zorundadır ve öyledir–, o zaman fer’î meselelerin delilleri (cüz’iyyat) bu kaidelere dayanılarak değerlendiriliyor demektir. Bir başka deyişle burada küllî olanın (aslî delilin)  cüz’î olanı (fer’î delili) değerlendirmesi söz konusudur.

Öyleyse yukarıda tırnak içinde verdiğim cümleyi şöyle değiştirmek yanlış olmamalıdır: “Küllî kaideler cüz’î delilleri değerlendirmenin kıstasıdır.” Bir diğer ifadeyle, delilin delili değerlendirmesidir burada bahse konu olan. Aksi halde mezhebin “heva”ya dayandığını ve delilin “heva” ile reddedildiğini söylemek gerekir ki, böyle bir şey aklı başında olan hiç kimseden sadır olamaz.

Herhangi bir mezhep imamının, herhangi bir konudaki ayet veya hadisin mensuh olduğunu söylemesi –ki “nesh”in birkaç “marjinal” kişi dışında caiz ve vaki olduğu bütün ümmetin ulemasının kavlidir–, ne anlama gelir? Bahse konu ayet veya hadisin mensuh olduğu iddiası ya “heva”ya veya delile dayanır; üçüncü bir şık yoktur.

Hevaya dayanılarak böyle bir hüküm verilemeyeceğine göre burada bir delilin başka bir delil tarafından değerlendirildiğini söylemenin neresi yanlıştır?

 Ocak 2012 – Milli Gazete