İslamileşme Projelerinin Temel Handikapı

Ebubekir Sifil2002, Gazete Yazıları, Gündem, Haziran 2002, Konularına Göre, Şia, Ümmet

Bir önceki yazıda devrim sonrası İran’ın temel gündem maddesinin reform talepleri olduğunu, güncel iki alıntı ile ifade etmeye çalışmıştım. Bundan kısa bir zaman önce İslam ülkeleri arasında yapılan bir şura toplantısı için İstanbul’a gelen delegasyon arasında bulunan Mısır’lı Hasan Hanefi ile yapılan bir söyleşi okumuştum. “el-Yesâru’l-İslamî” (İslamî Sol) projesi ile tanınan Hanefi, İran Cumhurbaşkanı Hatemi’nin, kendisine, kitaplarından oldukça istifade ettiğini, hatta kendisini İran’a davet ederek, istediği herhangi bir üniversitede ders vermesi için kapıların kendisine açık olduğunu söylediğini belirtmişti.

Kendine özgü dinî anlayışı ile “gelenekçi” çizgide gerçekleştirdiği devrim sonrası İran’ın geldiği nokta bu iken, “yenilikçi” bir anlayışla –yine “kendine özgü”– bir İslamileşme projesini hayata geçirmeye çalışan Sudan’da da durumun pek farklı olduğunu söyleyemeyiz. Birkaç gün öncesinin gazeteleri, Sudan devriminin fikrî mimarı Hasat et-Turabî’nin, devrimin ilk dönemlerinde birlikte hareket ettiği devlet başkanı Ömer el-Beşir ile yollarının ayrılması neticesinde hapse girdiğini duyurdu.

İslamî ilimlerin tümünün –usulüyle, füruuyla– baştan aşağıya yenilenmesi gerektiğini söyleyen, geçmişte “taklidî” fıkhın bir “halk fıkhı” hüviyetini haiz olmadığını, ancak bugün içtihada dayalı yeni bir fıkıh (“halk fıkhı”) anlayışını hayata geçirmek gerektiğini savunan, İcma, Kıyas gibi kavramların adeta içini boşaltan, benzerleri gibi “İstıshab, Mesalih-i Mürsele ve Makasıd kavramlarına abartılı bir vurgu yapan et-Turabi’nin, meseleyi “medeniyet perspektifi”nden görmeye müsait olmayan bu “miyop” yenilikçi yaklaşımının geldiği nokta da maalesef sadra şifa olmaktan uzaktır.

et-Turabi’nin “yenilikçilik” anlayışının somut yansımaları, Müslüman kadınların Yahudi ve Hristiyan erkeklerle evlenebileceği, içki içme, irtidat ve zina (evliler için) fiillerinin karşılığı olarak bizdeki “yenilikçiler”in görüşleri ile çarpıcı bir paralellik arz eden bir yaklaşım olmaktan öteye gidememiştir.

Bu örnekler bize şu hususu açık bir şekilde göstermektedir: Mikrofonun başında bulunmak meseleyi halletmiyor. Bundan daha öncelikli ve önemli olan, “ne söyleneceği”nin tesbitidir. Batı kaynaklı değer yargılarını ve kavramları hareketinin temeline yerleştiren, ya da “otantik” İslamî değer yargısı ve kavramları –onlara “alternatif olarak” değil–, “olması gereken”ler olarak yerli yerine oturtmadıkça hiçbir proje –”bize ait” olmaması bir yana– netice hasıl edemez.

İşte birisi “gelenek”ten neş’et eden, diğeri “yenilikçi yaklaşım”ı temel kılan iki hareket ve işte onların geldiği nokta… Hal-i hazırı adeta “mutlak vahiy” telakkisi ile tartışmasız bir biçimde benimseyen, otantik ve özgün bir medeniyet perspektifinin hayalini bile kuramayan, güdük, çapsız ve ufuksuz projelerin (hatta bunlara “taslak” demek belki daha doğru) varabileceği başka neresi olabilir ki!…

Haziran 2002 – Milli Gazete