Efendimiz (sav)’in Hukukunu Korumak – 2

Ebubekir Sifil2015, Gazete Yazıları, Ocak 2015

Bir önceki yazıyı, Efendimiz (s.a.v)’e hakaret eden zimmet ehlinin öldürülmesi konusunda İmam Ebû Hanîfe ve ashabı ile İmam Süfyân es-Sevrî ve ashabının farklı bir görüş benimsediğini söyleyerek bitirmiştik. Bu iki imam ve tabileri, zimmîlerin inancının aslen İslam’ın dokunulmazlarına hakaret anlamı içerdiğini, buna rağmen İslam’ın onlarla zimmet akdi imzalanmasına cevaz verdiğini, Efendimiz (s.a.v)’e hakaretin de bunun dışında olmadığını söylemişlerdir.

“Rahman çocuk edindi dediler. Yemin olsun ki çok çirkin bir söz ortaya attınız. Rahman’a çocuk isnadından dolayı neredeyse gökler parçalanacak, yer yarılacak, dağlar yıkılıp çökecektir!”[1]19/Meryem, 89-91.

Bu ayet, Hristiyanların Yüce Allah’a çocuk isnad etmelerinin ne büyük bir cürüm olduğunu çarpıcı biçimde ortaya koymaktayken, Kur’an ve Sünnet onlarla zimmet akdi imzalamayı meşru kılmıştır. Onlar sabah-akşam kiliselerinde Tevhid’i parçalayan sözleri “kutsal metinler” olarak okuyup dururken bu, zimmet akdini ihlal eden bir unsur olarak görülmemektedir. Evet, Efendimiz (s.a.v)’e hakaret tahammül edilebilecek bir fiil değildir; ama unutulmamalıdır ki, Yüce Allah’a çocuk isnad etme hakareti bundan daha ağırdır ve fakat zimmet akdini bozucu bir unsur olarak görülmemektedir.

Hanefîlerin konuyla ilgili pek çok delilleri de mevcuttur. Ancak burada bunları serd ederek şazıyı maksadının dışına taşırmak istemiyorum…

Bununla birlikte hemen belirtelim ki, zimmet akdinin bozulmaması, bu suçun cezasız bırakılacağı anlamına da gelmez. Böyle bir fiil işleyen zimmî, ta’zir cezasına çarptırılır.

Eğer İslam’ın mukaddeslerine ve bilhassa Efendimiz (s.a.v)’e hakaret, onlarla yapılan zimmet akdinde özel bir madde halinde yasaklanmamışsa hüküm böyledir. Ancak antlaşma metninde böyle bir madde yer almışsa, hakaret fiilinin zimmet akdini bozacağı, dolayısıyla ölüm cezasının söz konusu olacağı açıktır.[2]Bkz. el-Cassâs, Ahkâmu’l-Kur’ân, IV, 275.

Yukarıya aldığım görüşün, Hanefî ulemasının “tamamına” değil, “ekseriyetine” ait olduğunu da burada belirtelim. Kemâluddîn İbnu’l-Hümâm bu meselede çoğunluğu teşkil eden ulemanın yanında yer almış ve Efendimiz (s.a.v)’e hakaretin zimmet akdini bozucu özellikte olduğunu söylemiştir.[3]İbnu’l-Hümâm, Fethu’l-Kadîr, VI, 159. Bilahare bu hüküm birçok Hanefî fakihi tarafından benimsenmiştir.

İbn Âbidîn şöyle der: “Allâme Kâsım (b. Kutluboğa), Fetâvâ‘sında, hocası İbnu’l-Hümâm’ın mezhebe aykırı görüşleriyle amel edilemeyeceğini söylemiştir.”[4]İbn Âbidîn, Tenbîhu’l-Vulât ve’l-Hukkâm (Mecmû’atu’r-Resâil içinde), I, 353.

Ancak bu görüşü mezhepte tek tercih eden fakih İbnu’l-Hümâm değildir. Allâme el-Aynî’nin tercihi de bu doğrultudadır.[5]Bkz. İbn Âbidîn, A.g.e., a.y. İbn Âbidîn, Efendimiz (s.a.v)’e hakaret eden zimmînin, bu fiiliyle zimmet akdini bozmuş olmayacağı şeklindeki mezhep hükmünün, söz konusu zimmînin “öldürülemeyeceği” anlamına gelmeyeceğini, ona verilecek “ta’zir” cezasının, öldürmeye kadar gidebileceğini söylemiştir.[6]İbn Âbidîn, A.g.e., I, 354 vd.

Bir önceki yazıda yer alan nakillerle bugün söylediklerim, İslam ülkesinde yaşayan Müslüman veya zimmîler hakkında geçerlidir. Gayrimüslim bir memlekette yaşayanlar hakkındaki hükmü araştırdığımızda karşımıza çıkan durum şudur: Eğer Müslüman bir ülkeyle gayrimüslim ülke arasında Müslümanların mukaddeslerine hakaret etmemeyi içeren bir anlaşma varsa, gayrimüslim ülke vatandaşları buna riayet etmekle mükellef tutulur. Aksi durumda anlaşma bozulmuş sayılır. Ancak böyle bir anlaşma yoksa, gayrimüslim ülke vatandaşlarından sadır olan bu tarz fiilleri işleyen kimselerin öldürülmesi doğru değildir.

İmam et-Tahâvî şöyle der: “eş-Şâfi’î şöyle demiştir: “Müslümanlarla barış anlaşması yapmış olan kâfirlere; Allah Teala’yı, Hz. Muhammed (s.a.v)’i veya Allah’ın dinini uygunsuz sözlerle anan, Müslüman bir kadınla zina eden veya nikâh kıyan, Müslümanı dini konusunda fitneye düşüren, Müslümanların yolunu kesen, Müslümanlarla savaşan gayrimüslimlere yardım eden, gayrimüslim casusları barındıran kimse, bu anlaşmayı bozmuş sayılır. Böyle kimseler, Allah Teala’nın ve Resulü’nün (s.a.v) zimmetinden çıkmış sayılır, kanı helal olur” şeklinde maddeler konulur.”

Bu ifadeleri naklettikten sonra İmam et-Tahâvî şöyle bir not düşer: “Bu ifadeler göstermektedir ki, eğer (onlarla yapılan anlaşmaya) bu şartlar konulmamışsa, mezkûr fiilleri işleyen kimsenin kanı helal olmaz.”[7]et-Tahâvî, Muhtasaru İhtilâfu’l-Ulemâ, III, 504.

Bu hükme şu hususu da eklemek gerekir: Bütün bunlar, Ümmet adına karar verip hüküm icra eden İslamî esaslar üzerine kurulmuş bir devlet nizamı içinde söz konusudur. Böyle bir durum söz konusu olmadığı zaman bir takım bireylerin, bütün Ümmeti ilzam edecek/etkileyecek şekilde davranmaları, Ümmet adına karar verip uygulamaları söz konusu olamaz. Burada önemli olan anlık kararlar verip spontan aadımlarla neticeye gitmeye çalışmak değil, daha soğukkanlı ve kolektif tedbirlerle böyle durumlara “sonuç getirici” mukabelelerde bulunabilmektir.

Tabii işin bir de operasyonel boyutu var. Bu türlü kararları “uygulayanlar”a yoğunlaşıp, o kararları alanları ve o karalarla varmak istedikleri neticeleri gözden kaçırmak büyük gaflettir.

Vahdet Gazetesi – 21 Ocak 2015

Kaynakça/Dipnot

Kaynakça/Dipnot
1 19/Meryem, 89-91.
2 Bkz. el-Cassâs, Ahkâmu’l-Kur’ân, IV, 275.
3 İbnu’l-Hümâm, Fethu’l-Kadîr, VI, 159.
4 İbn Âbidîn, Tenbîhu’l-Vulât ve’l-Hukkâm (Mecmû’atu’r-Resâil içinde), I, 353.
5 Bkz. İbn Âbidîn, A.g.e., a.y.
6 İbn Âbidîn, A.g.e., I, 354 vd.
7 et-Tahâvî, Muhtasaru İhtilâfu’l-Ulemâ, III, 504.