Diyanet İşleri Başkanlığı’nın geçtiğimiz hafta düzenlediği “Güncel Dini Meseleler İstişare Toplantısı”nın sonuç bildirgesi olarak açıklanan metin gerçekten önemli değerlendirmeler içeriyor. Önemine binaen sözkonusu metin hakkında dikkat çekilmesi gereken hususları özetlemeye gayret ederek birkaç yazı halinde sizinle paylaşmak istiyorum.
Arz edeceğim hususlar, bildirge metninde yer alan maddelerle aynı sıralama içinde olacak.
Birinci maddede dinî metinlerin (Kur’an ve hadisler) anlaşılması ve yorumlanmasında izlenen yöntemlerin “gelenekçi” ve “modernist” şeklinde bir ayrıma tabi tutulmasının doğru olmadığı vurgulanıyor ve her iki yöntemden de yararlanılması gerektiği belirtiliyor.
Böyle bir “eklektik” tavrın, söz konusu yöntemlerin çatıştığı alanlarda ortaya çıkan problemleri nasıl çözeceği, doğrusu üzerinde durmaya değer bir husus. Bunun, her iki yöntemin dışında ve hatta üstünde bir bakış açısı gerektirdiği muhakkak. Bu da üçüncü bir yöntem anlamına geliyor. Acaba genişleyerek devam edeceği belirtilen toplantılardan yeni ve somut bir Usul ortaya çıkacak mı?
İkinci maddede bunun ipuçlarını görmek mümkün. Oluşturulacak ihtisas komisyonlarının, anlama ve yorumlama, tarihsellik, dil, klasik yöntemin sorunları, ta’lil-taabbüd ayrımı ve sınırları, Hz. Peygamber’in dindeki konumu, akıl-vahiy ilişkisi, din-toplum ilişkisi ve din-bilim ilişkisi konularını ele alacağı belirtiliyor. (Bu başlıkların gerek kendi içinde, gerekse aşağıda ele alacağım diğer hususlarla geçişkenlik içinde bulunduğuna ve bunun önemli teknik sıkıntılar doğuracağına dikkat çekmek isterim.)
Ancak henüz bir “ilk adım” mahiyetinde olan ve kendisini gerçekleştirmek için yıllara, hatta yüzyıllara dayanan bir birikime ve geleneğe ihtiyaç duyduğu açık olan bu girişimin, yukarıda sıralanan başlıkları birer Usul ilkesi teşkil edecek olgunluğa eriştirmesini beklemenin doğru olmadığını düşünüyorum. Alabildiğine geniş sınırlara sahip olan bu soyut başlıkların altının ciddi biçimde doldurulmasının, sempozyum tebliği çapında çalışmalardan çok daha derinlikli ve ihatalı çabaları zaruri kıldığı açık…
Üçüncü maddede İcma’a yapılan vurgu oldukça yerinde. Ancak yukarıda değindiğim 2. maddede yer alan “klasik yöntemin sorunları” başlığı altında İcma konusu bir “sorun” olarak ele alınacaksa bu vurgunun boşlukta kalacağı aşikârdır.
Dördüncü maddnin “c” fıkrasında İslam’ın temel kaynağının sadece Kur’an olduğu, Sünnet’in kaynak değeri taşımadığı izlenimini verecek üslup ve söylemlerden kaçınılması isteniyor. İsabetli olmakla birlikte “Sünnet” kavramının içinin nasıl doldurulacağı sorunu çözümlenmeden bu tavsiyenin de pratik bir anlam ifade etmeyeceği izahtan varestedir.
Beşinci maddede çağdaş problemlerin çözümünde klasik kaynakların tek belirleyici kılınmasının yetersizliklere yol açabileceğinin, bununla birlikte bunlar göz ardı edilerek doğrudan Kur’an ve hadislerden hüküm çıkarmanın da teorik ve pratik açıdan bazı olumsuzluklar taşıyacağının altı çiziliyor. Benim buradan anladığım şu: “Güncel meseleler çözüme bağlanırken sadece klasik kaynaklarla yetinilmemelidir” ifadesi, doğrudan Kur’an ve hadislere gidilmesini talep etmekten başka bir anlama gelmeyeceğine göre, ortada “parçaya dokunma, bütünü bölme, ye misafirim ye” kabilinden bir durum var demektir. Yahut da burada –klasik tabiriyle– mezhepte veya meselede müçtehidlerin fonksiyonuna vurgu yapılmak isteniyor. Bunun müstakil Usul öngören tavırla bağdaşmayacağı ise açıktır.
Mayıs 2002 – Milli Gazete