İslam filozoflarının, Felsefe’nin “İslamîliğini” temellendirmek için Kur’an’ın tefekkür, i’tibar, tedebbür, tezekkür, teemmül… vurgusuna başvurması bana oldum olası “problemli” görünmüştür. Düşünürüm ki, Kur’an’ın bu alandaki çağrısı Mekkî’dir ve dahi Yüce Allah’ın vahdaniyet, kudret ve azametine imana ve bunları itirafa çağırır. Bu maksat hasıl olduktan sonra sıra “teslimiyet”e, yani “uygulama”ya gelir. Bir sonraki ise iman, amel ve ve takvada “kemal”e ulaşma merhalesidir.
Ne ki İslamîliği ispatlanmaya çalışılan Felsefî düşüncenin ilk noktada durmadığı da vakıa. Zira o sistemli düşünce peşinde olduğundan, “bütüncül” olmak durumundadır ve ister istemez bu noktanın dışına taşarak macerasını sürdürecektir. Yüce Allah “el-Evvel” isminin münhasır sahibi iken “heyula” gibi bir “kadim varlık” tasavvurunun kendi içinde taşıdığı çelişki, “hakikat”ın avam için ayrı, havas için ayrı telakki edilmesi… gibi pek çok problem bu maceranın yüzyıllara damgasını vuran yansımaları olmuştur. Ve tabii ardından, Eş’arîler’in şahsında Ehl-i Sünnet’e yönelik ithamlar. (Acaba Faruddîn er-Râzî, niyetini gerçekleştirip İbn Rüşd’le görüşmüş olsaydı bu maceranın mecraında ne gibi değişiklikler görebilecektik?)
Bütün bunlar bir yana, benim için esaslı soru işaretlerinden birisini şu husus oluşturuyor: Batı’nın, Ortaçağ karanlığından Müslümanlar’ın Felsefî alandaki faaliyetleri sayesinde kurtulduğunu söyleriz ya hep. Hatta Müslümanlar olmasaydı Batı, Antik Yunan Felsefesi’nden haberdar olma şansını elde edemeyecekti deriz. Bütün bunlar doğru.
Peki ama acaba Batı üniversitelerinde Müslüman filozofların eserlerinin yüzyıllarca ders kitabı olarak okutulması niçin o coğrafyada adına “İslamîleşme” diyebileceğimiz bir süreç ortaya çıkarmamıştır? Yahut şöyle sorayım: İbn Sina’nın veya İbn Rüşd’ün Aristo şerhleri/yorumları Aristo’nun İslam penceresinden görüntüsünü yansıttığı Batı’da da bir “İlahî Aristo” fotoğrafı ortaya çıkarmış mıdır?
Ne dersiniz, Antik Yunan Felsefesi’nin “İslamî” yorumunun Batı alemi üzerinde bıraktığı tesirlerin (?) izini sürmek, ağırlıklı olarak Eş’arîler’e ve hususen de el-Gazzâlî’ye “abalı” muamelesi yapmanın “in” olduğu günümüzde kayda değer bir faaliyet olmaz mı?
Temmuz 2002 – Milli Gazete