Abdülkerim Süruş: Modern Bir Savruluş-3

Ebubekir Sifil2008, Gazete Yazıları, Mart 2008

Gerek Yahudiler’in gerekse Hristiyanlar’ın, erken dönemlerden beri Kur’an’ın Allah Teala tarafından indirilmiş bir kitap olmayıp, Efendimiz (s.a.v) tarafından yazıldığı iddiasını tekrar edip durmakta olduğunu biliyoruz. Münhasıran modern zamanlarda bu iddianın tekrarından öte bir anlam ifade etmeyen tesbitlerin Müslüman kökenli kimselerden sadır olması bir tesadüf değil elbette.

İslam’ı modern değerlerle çatışmayan bir din olarak takdim etme gayretkeşliği, varlığı, hayatı ve o arada moderniteyi İslam merkezli olarak değil, İslam’ı modernite merkezli değerlendirmeye tabi tutma, yani atı arabanın arkasına koşma garabetinin doğurduğu bir sonuçtur.

Nitekim bütün bu gürültünün sebebini Abdülkerim Süruş şöyle açıklıyor: “Kur’an’ın beşeri olduğu yönündeki telakki, Kur’an’ın zâti ve ârızi yönleri arasında fark bulunduğunu görmeyi kolaylaştırabilir. Dinin bazı yönleri tarihsel ve kültürel olarak şekillenmiştir ve bugün artık konu olmaları mevzubahis değildir. Buna misal olarak, Kur’an’da öngörülen bedensel cezaları gösterebiliriz. Eğer Peygamber başka bir kültür çevresinde yaşıyor olsaydı bu cezalar muhtemelen onun mesajının bir parçası olmayacaktı.”[1]http://www.fikritakip.com/news.asp?pg=1&yazi=2376.

İşte bütün mesele bu! Din bedensel cezalara indirgendiğinde, bütün bir dini, hatta onun kaynağı olan ilahî vahyi, sırf çağdaş ceza telakkisine uymuyor diye “tarihsel” ilan etmek, bütün benliği kuşatmış bir aşağılık kompleksinin değilse, neyin eseridir?..

Süruş’un Kur’an metninin beşerîliği sadedinde söyledikleri, dinî bazı hükümler karşısında “içine sindirememe” duygusunu yaşadığını ele veriyor. Dolayısıyla esas meselenin nereden kaynaklandığı belli. Ama buna rağmen, Kur’an metninin beşerîliği iddiasına bizzat Kur’an’ın ne dediğin sorusunu cevapsız bırakmak bu yazı için bir eksiklik olacağından, kısaca meselenin bu yönüne de değinmek durumundayım.

“Onlara ayetlerimiz açık açık okunduğu zaman (öldükten sonra) bize kavuşmayı beklemeyenler, “Ya bundan başka bir Kur’an getir veya bunu değiştir” dediler. De ki: “Onu kendiliğimden değiştirmem benim için olacak şey değildir. Ben, bana vahyolunandan başkasına uymam. Çünkü Rabbime isyan edersem elbette büyük günün azabından korkarım.”[2]10/Yûnus, 15.

Kur’an’ın Efendimiz (s.a.v)’e “lafız” olarak indirildiğini, O’nun Kur’an vahyi konusunda –diğer insanlar gibi en fazla sebeb-i nüzul teşkil etmek dışında hiçbir belirleyiciliğinin bulunmadığını bu ayet oldukça net biçimde ortaya koyuyor.

Bir diğer ayet de bu gerçeği şöyle ifade ediyor: “Kur’an’ı hemen ezberine alıvermek için dilini kımıldatma. Onu (senin kalbinde) toplamak da, okutmak da bize düşer. O halde biz onu okuduğumuzda sen onun okunuşunu takip et. Sonra şüphen olmasın ki, onu açıklamak da bize aittir.”[3]75/el-Kıyâme, 16-9.

O Kur’an ki, Ehl-i Kitab’ı, “Kitab’ı kendi elleriyle yazıp, sonra da “Bu, Allah katındandır” demekle, Allah Teala’ya iftira etmekle suçlayan bir kitaptır. Şüphesiz bu, onların uydurdukları şeylerin bizatihi “iyi” veya “kötü” olmasıyla değil, kelamın kaynağıyla ve vahiy-insan ilişkisiyle ilgili bir meseledir.

Dolayısıyla nasıl bir söz olursa olsun ve hangi izah tarzına dayanırsa dayansın, beşerî bir sözü Allah Teala’ya isnad etmek, doğrudan doğruya Allah’a da Peygamber’e de iftira anlamı taşır. Ne Kur’an, ne de Efendimiz (s.a.v) böyle bir şeyi onaylamak anlamına gelen en küçük bir imaya dahi yer vermemiştir.

Meselenin detaylarını “Nebevî Tecrübenin Açılımı” verecek. Ama Süruş’un, Kur’an’ın beşerîliği tezini, bazı Müslüman şahsiyetlere dayandırmaktan –ki vakti geldiğinde inşaallah onu da tartışırız– öte bir delillendirmeye gittiğini söylemek şu aşamada mümkün görünmüyor.

Milli Gazete – 22 Mart 2008

Kaynakça/Dipnot

Kaynakça/Dipnot
1 http://www.fikritakip.com/news.asp?pg=1&yazi=2376.
2 10/Yûnus, 15.
3 75/el-Kıyâme, 16-9.