Muhtelefun Fih

Ebubekir Sifil2012, Akaid, Fıkıh, Gazete Yazıları, Hanefî, Konularına Göre, Mart 2012, Şafiî, Şahışlar, Tasavvuf

Bir Müslüman için, fikirler, olgular, durumlar ve hükümler üç kategoride toplanır: “Doğrular”, “Yanlışlar ve “Muhtelefun fih” olanlar.

Eğer itikadî bir mesele söz konusu ise bu üçlü kategori şöyle bir mahiyet arz eder


Delaleti ve sübutu kesin nasslara dayanan meselelerin kabulü şarttır. Bu türlü nassların kabul edilmesini istediği hususları kabul, reddedilmesini istediği hususları reddetmek temel ve tabii bir mü’min tavrı olarak ortaya çıkar. Aksi istikametteki inanış ve tutumlar kişinin iman iddiasını boşa çıkartır. Bu türlü nasslarla sabit hususlara inananlara “mü’min”, inanmayanlara “kâfir” diyoruz.

İtikadî alanda bir de “ara kategori” vardır. Bu kategori, delaletinde ve/veya sübutunda % yüz oranında kesinlik vardır diyemediğimiz nasslarla sabit olan birtakım meselelerin tevil yoluyla reddiyle ortaya çıkar. Bu türlü meselelerde tevil yoluyla redd veya inkâr tavrını benimseyenlere “bid’at ehli” diyoruz.

Miraç hadisesinin reddini buna örnek gösterebiliriz. Bu konudaki rivayetlerin “mütevatir” olduğunu söyleyenler yanında, bu seviyeye ulaşamayıp “meşhur hadis” seviyesinde kaldığını söyleyenler de vardır. Sübutu noktasındaki bu ihtilaf yanında ilgili rivayetleri Kur’an’a aykırılık gibi bir sebeple reddetme tavrı, sahibini itikadî anlamda “bid’at ehli” kılar.

Burada önemli bir nokta var: Tevil yoluyla yapılan redd veya inkâr tavrının giderek delaleti ve sübutu kat’î nassların redd ve/veya inkârına ya da o nasslarla çatışmaya kadar uzandığı durumlar söz konusu olabilir; böyle bir durumda ortaya çıkan bid’atın “sahibini küfre sokan bid’at” olduğunu söyleriz.

“Amentü esasları” diye bildiğimiz esaslara iman etmekle birlikte, Efendimiz (s.a.v)’den sonra peygamber gelebileceğini ya da muhkem ve kat’î nasslarla sabit herhangi bir hükmün bugün geçerli olamayacağını söylemek böyledir.

Burada söz konusu olan “ara kategori” evet “muhtelefun fih” bir alan oluşturur; ama bu ihtilafın “meşruiyet problemi” taşıyan bir ihtilaf olduğunu, dolayısıyla “doğru-yanlış” veya “hata-sevap” değil, “sünnet-bid’at” ihtilafı olduğunu söylemiz lazım. Bid’at ehlinin muhalefeti Sünnet’e aykırılık arz eden ve “hevadan kaynaklanan” bir muhalefet olduğu için merduttur ve bid’at ehli kişi bu yola girmekle, sırat-ı müstakimden sapmaya, batıla doğru bir seyir izlemeye başlamış demektir.

İkinci alan fıkhiyatta ortaya çıkan ihtilafların oluşturduğu alandır. Buradaki ihtilaf yer yer nassların –farklı anlaşılmaya müsait– yapısından kaynaklandığı, yer yer de ictihadla belirlenen fer’î delillere taalluk ettiği için öteden beri “meşru ihtilaflar” olarak kategorize edilmiş ve varlığını bir “rahmet vesilesi” olarak sürdürmüştür.

Burada delillerin de hükümlerin de zannîliği söz konusu olduğu için kimse kimseyi kınamaz, ihtilaf eden taraflar birbirine saygı ve anlayışla muamele eder.

Ehl-i Hadis ile Ehl-i Fıkh’ın gerek kendi aralarında gerekse birbirlerine nazaran ortaya çıkan ihtilafları bu kategoriyi oluşturur.

Söz gelimi Ehl-i Hadis’ten herhangi bir kimsenin İmam Ebû Hanîfe’yi, ilk üç asırda yaşayan mestûr (durumu tam olarak bilinmeyen) ravilerin rivayetini kabul ettiği için eleştirmesi söz konusu olmamalıdır. Keza İmam eş-Şâfi’î’nin, –birkaç istisna dışında– mürsel hadisleri kabul etmemesi de aynı şekilde saygıyla karşılanması gereken bir ictihad ihtilafıdır.

Burada dikkat edilmesi gereken husus da şudur: Bu alana giren ihtilaflar dinin aslına ve itikada taalluk etmez. Fer’î alana inhisar eden ihtilaflar bu ümmet için bir “çatışma ve ayrışma” vesilesi değil, rahmettir.

Tam bu noktada Ehl-i Hadis ile bir kısım Ehl-i Tasavvuf arasındaki ihtilaflara da dikkat çekmemiz gerekiyor. Bilindiği gibi Ehl-i Hadis, hadislerin keşfen tashih/taz’ifini kabul etmez. Buna mukabil bir kısım Tasavvuf ehli, keşfen tashih/taz’ifi kabul eder.

Burada dinin aslına, özüne taalluk eden bir şey yoktur. Dolayısıyla bu ihtilafı büyütüp ümmet fertleri arasında ayrışmaya, kamplaşmaya vesile olmak hiçbir şekilde hakka hizmet anlamı taşımayacaktır.

Keşfen hadis tashihi ve buna taalluk eden diğer meseleler hakkında bir sonraki yazıda bir miktar detay vermeye çalışacağım inşaallah.

Milli Gazete – 27 Mart 2012