İşleri Dinleri Gibi

Ebubekir Sifil2012, Eylül, Gazete Yazıları, Konularına Göre, Modernizm

Modern Batı sadece kendi insanını heder etmedi. Dünya insanlığının modern zamanlarda yaşadığı bütün travmalarda onun imzası var. [fotoğraf: smithsonianmagcom]

Modern Batı’yı ilk defa müşahede edenlerimiz için tartışma dışı bir tesbitti: “Dinleri işimiz gibi, işleri dinimiz gibi.” Bu söz, Batılıların dinleri dışında her şeylerinin Hak Din’le kıyaslanabilecek kadar mükemmel olduğunu anlatıyordu. Hatta bir adım daha ileriye giderek bu tebsitte açık bir öykünme bulunduğunu dahi söyleyebiliriz.

Batı’nın “ilerleme” yolunda yaptığı müthiş sıçrama idealize edilirken, bunu mümkün kılan dinî, fiilî ve zihnî durumlar elbette dikkate alınmıyordu. Temelinde fiilî olarak sömürü ve köleleştirme olgularının, zihnî olarak “ötekini yok ederek kendine alan açma/alanını genişletme” vakıasının ve dinî olarak dünyayı ahirete önceleyen, uhrevî kurtuluşu dünyevî/maddî “başarı”ya bağlayan algı tarzının bulunduğu bu pratik, İslam’ın kurmayı hedeflediği –ve hatta fiilen kurduğu– dünyayla ne kadar örtüşür? Bu soru o tesbiti yapanların dünyasında hak ettiği ölçüde ciddiye alınmış değildi…

Tesbitin üzerinden 1 asır gibi bir süre geçti. Batı elde ettiği konumu korumayı sürdürüyor. Hatta artık ilerleme adına kat edilebilecek mesafe ve tırmanılacak zirve kalmadığı için “tarihin bittiğini” ilan ettiler. Öngörü, bundan sonrasının, Batı’nın kendi kendini tekrar etmesi, diğerlerininse Batı’yı taklit etmesi şeklinde cereyan edeceği şeklinde özetlenebilir.

Ancak meseleye, yaklaşık 2 asırlık tecrübenin sağladığı soğukkanlılıkla, heyecana kapılmadan tekrar ve yakından baktığımızda manzaranın “İşleri/Dinimiz” denklemindeki gibi olmadığını, daha farklı unsurların görünür hale geldiğini söyleyebiliyoruz.

Söz gelimi, “dinimiz gibi” sağlam olduğu söylenen işlerinde Batı, “insan”ı kaybetti. Gelişme, kalkınma, ilerleme… gibi sloganlar eşliğinde girdiği bu yolda acımasızlığı, ezip geçmeyi, rekabeti amentü edinmiş olan Batı, bunları bihakkın yaptı; ama bunları bihakkın yapmanın kaçınılmaz bedeli olarak ruhunu yitirdi.

Yanlış anlaşılmasın, Batı’nın, bizim anladığımız anlamda inceliğin, şefkatin, merhametin… temsil ettiği ulviyyetin merkezini teşkil eden bir ruha sahip olduğunu ve modern dönemde bunu kaybettiğini söylemek istemiyorum. Hristiyan Batı’nın geleneksel dünyasından bahsediyorum. Meramımı bir başka cümleyle şöyle ifade edeyim: Modern öncesi Batılı insanın taşlaşmış da olsa bir kalbi vardı; modern dönemde onu da kaybetti.

Kimsesizlere sahip çıkan bir “sosyal devlet” anlayışı var görünürde mesela, ama sokakta açlıktan ölene dönüp bakan yok. Vergisini veren vatandaş, bütün insanî yükümlülüklerinden sıyrılmış oluyor. Zaten bütün algı, “haklar ve yükümlülükler” dengesi üzerine kurulu. Yükümlülüklerinizi yerine getirirseniz, hak ettiğinizi alırsınız. Yanıbaşınızda aç-biilaç kıvranan insana karşı yasal bir yükümlülüğünüz olmadığı için merakınızı giderme dürtüsü dışında dönüp bakmak zorunda değilsiniz.

Modern Batı sadece kendi insanını heder etmedi. Dünya insanlığının modern zamanlarda yaşadığı bütün travmalarda onun imzası var. Bir 11 Eylül günü işlenen küresel cinayetin arka planındaki de bu ruh ve algı durumundan başkası değil…

Bu “iş”in benim dinimle kıyaslanmasına itirazım var…

11 Eylül 2012 – Milli Gazete