Ezilen halk kesimlerinin kurtuluşunun Sosyalist/Komünist ideolojinin hakimiyetine bağlı olduğu teziyle hem kendilerine hem de içinde yaşadıkları topluma yazık eden solcular, zaman içinde ideolojik bağlarının zayıflamasıyla dünyayı keşf ettiler. Karşıt cinsler arasındaki duygusal ilişkiden, ekonomik gücün sağladığı “imkân”lara, sosyal statülere, etiketlere kadar bir dizi “gerçeği” fark ettiklerinde ne ezilen halkların kardeşliği kaldı ortada, ne sosyalist enternasyonal… Her şey bir anda çözülüverdi. Elde kala kala kuru bir Kemalizm ideolojisi kaldı. O da hiçbir idealle açıklanamayacak şaibeli bir dünyanın kapısını açan manivela olarak elde bulunduruldu…
Üç aşağı beş yukarı aynı durum özellikle 28 Şubat’tan sonra “İslamî kesim”de görüldü. Belki öncesinde yerel yönetimlerde elde edilen başarıyla birlikte bir “çözülme” başlamıştı; ama öze dokunan dönüşüm 28 Şubat sonrasında yaşandı.
28 Şubat sürecinin oluşturduğu sindirilmişlik psikolojisi, sürecin tersine dönmesiyle yay etkisi yaptı adeta. Bu sürece kadar sürekli olarak içine atan, sabreden, yumruğunu ısıran İslamî kesim, bir anda kendisini siyasal iktidar olarak görünce zemberek boşaldı. Kontrolsüz bir açılım, baraj kapaklarının aniden açılmasıyla ortaya çıkan manzarayı andırır şekilde hayata fırlattı İslamî kesimi. Ekonomik imkânlar, iktidar, statü, uluslar arası saygınlık… bir anda baş döndürücü bir hayatın içine savruldu musalli insanlar.
Kim demiş müslüman pazarda limon satmaya mahkûmdur diye! Allah kuluna verdiği nimeti onun üzerinde görmek ister. Nefsin de üzerimizde hakkı var. Kem alâtla kemâlât olmaz…
Bunlar ve benzeri kalıp yargılar da dünyevileşme sürecine meşruiyet kılıfı giydiren argümanlar olarak devrede bulundu hep.
İslamî kesimdeki bu hızlı dönüşümü fark eden profesyonel piyasa erbabı elbette harekete geçmek için zaman kaybetmeyecekti. İslamî değerleri, ilkeleri, tarzı… çatışma arz etmeyecek kıvama getirerek dünyaya eklemleme işini onlar üstlendi.
Geldiğimiz nokta, İslamî kesimin dünyayla imtihanı büyük ölçüde kaybettiğini gösteriyor. Zühdün, takvanın, diğergâmlığın, paylaşmanın, samimiyetin… yerini gösteriş, marka yarışı, konfor, lüks ve debdebe aldı.
Medine’de birgün Efendimiz (s.a.v) bir grup sahabi ile birlikte otururken karşıdan, yamalı elbisesiyle Mus’ab b. Umeyr (r.a) göründü. Efendimiz (s.a.v) onun Mekke’deki gösterişli halini hatırlayıp ağladı ve sonra şöyle buyurdu: Gün gelip sabah bir elbise, akşam bir elbise giyseniz, evlerinizi Ka’be’yi süslediğiniz gibi süsleseniz, haliniz nice olur?” yanında bulunan sahabîler, “O gün, dediler, biz bugünümüzden çok daha iyi oluruz. Çünkü hayat külfetimiz karşılanmış olacak, biz de ibâdete daha çok vakit ayıracağız.”
“Hayır! buyurdu, bilakis siz bugün o günden daha iyisinizdir.”[1]Tirmizî, “Kıyamet”, 36.
Milli Gazete – 10 Mayıs 2012
Kaynakça/Dipnot
↑1 | Tirmizî, “Kıyamet”, 36. |
---|