Hafızlık Müessesesi

Ebubekir Sifil2012, Gazete Yazıları, Gündem, Konularına Göre, Şubat 2012, Ümmet

Hemen hepimiz hemen her gün Kur’an-ı Kerim’in ilahî koruma altında olduğunu dile getiren konuşmalar yapar ya da bu tarz konuşmalara şahit oluruz. Yüce Kitabımız’da “Muhakkak ki Zikr’i biz indirdik ve onu koruyacak olan da biziz”[1]15/el-Hicr, 9. buyurulduğu gerçeğinden hareketle Kur’an-ı Mübin’in korunmuşluğunu dile getirirken genellikle iki bağlam söz konusudur: Ya Tevrat ve İncil metinlerinin tahrif edildiğini konuşuyoruzdur ya da –ve daha yaygın olarak– Kur’an’dan başka güvenebileceğimiz bir başka kaynağa sahip olmadığımız iddiası gündemimizdedir.

Daha önce de defaatle dile getirmiştim; Kur’an-ı Kerim’in korunması, söz gelimi meleklerin gökten inip Mushaf nüshalarını kanatlarına alarak insanların müdahalesine karşı el değmez yerlere çıkarmaları şeklinde olmuyor. Allah Teala Kur’an’ı, bizzat Ümmet-i Muhammed vasıtasıyla koruyor. (Ve Ümmet-i Muhammed Kur’an-ı Kerim’i hangi suretle koruyorsa, Sünnet-i Seniyye’yi ve hadis-i şerifleri de aynı suretle koruyor…)

Hiç şüphesiz Kur’an’ın korunması, bidayetten beri onu hafızasına alarak kendisinden sonraki neslin hafızasına emanet eden “hafızlar kitlesi” vasıtasıyla gerçekleşiyor. Bu ameliye her kuşakta bu şekilde “tevatüren nakil” tarzında gerçekleştiği için Kur’an’ın tek harfinde bile değişiklik söz konusu olmaksızın bugüne kadar geldiğinden hiç birimiz şüphe etmiyor…

Çoğu kimse Kur’an’ı Kerim’in mevcut matbu Mushaflar vasıtasıyla gelecek nesillere aktarıldığını düşünse de gerçek öyle değil. Kur’an’ın naklinde “ezber” unsuru, yani “hafızlık” müessesesi o kadar önemli ve temel bir yer tutuyor ki, söz gelimi ülkemizde yeni bir Mushaf basılacağı zaman, prova baskılar Diyanet İşleri Başkanlığı bünyesinde bulunan Mushafları İnceleme Kurulu’na gönderilir; orada görevli hafızlar o prova baskıları kontrol ederler. İşte bu kontrol, basılacak olan mushaf nüshasının bir başka Mushaf nüshasıyla karşılaştırılması şeklinde değil, onu kontrol eden hafızın ezberiyle karşılaştırılması şeklinde gerçekleşiyor.

Dolayısıyla Hz. Ebû Bekr (r.a)’ın iki kapak arasında topladığı ya da Hz. Osman (r.a)’ın çoğalttığı Mushaf nüshalarının orijinalleri şu anda elimizde değil diye hiç birimiz Kur’an-ı Mübin’in korunmuşluğundan şüphe etmiyorsak, bunu bu ümmetin hafızlarına borçluyuz. (Aynı durum Hadis metinleri için de böyledir. Temel Hadis kitaplarının orijinal müellif nüshaları şu anda elimizde olmasa bile, “Hadis hafızlığı” müessesesi elimizdeki hadis kitaplarının otantikliğinden şüphe edilmesine mahal bırakmıyor.)

Peki hiç düşünüyor muyuz, en temel varoluş alanımızı teşkil eden vahyi bu şekilde muhafaza eden o mübarek insanlar ne yer, ne içer, hangi şartlarda yaşarlar; toplumsal statüleri ne durumdadır, bir “özlük hakları” var mıdır mesela?

Yıllar yılı binbir fedakârlıkla yetiştirilen hafızların, ezberlerinde taşıdıkları Kelam-ı İlahî’ye hürmeten gönlümüzde ve dünyamızda mutlaka farklı bir yerde bulunması/tutulması gerekir. Bunun için mesela Hafızların Özlük Haklarını Savunma ve Geliştirme Derneği” gibi bir dernek kurulacak olsa, bunun ayıbı ve vebali bile bize fazlasıyla yeter…

Bir soru: Diyanet İşleri Başkanlığı bünyesinde açılan imamlık yahut müezzinlik imtihanlarında iki yıllık ilahiyat ön lisans bitiren ve hafız olmayan bir adayla, hafızlığını bitirmiş ancak ön lisans okumamış bir adayın puanları eşit olduğunda hangisi tercih edilir?

Doğrusu bu sorunun cevabını bilmiyorum. Ama bir husustan eminim: Eğer bu ülkede ilahiyat ön lisans bitirmiş bir adayla hafızlığını bitirmiş, hatta kıraat eğitimi almış bir aday eşit seviyede tutuluyorsa, burada yanlış kriterlerin esas alındığını söylememiz yetmez; aynı zamanda büyük bir vebalin muhatabı olduğumuzun da vurgulanması gerekir…

Yine bu köşede daha önce farklı bağlamlarda söz konusu ettiğimizi hatırlıyorum; Osmanlı’nın son dönemlerinde içine girdiğimiz sıkıntılı sürecin atlatılabilmesi için dirayet ehli alimler tarafından hazırlanan raporlarda birtakım ekonomik, askeri… tedbirler sıralandıktan sonra gözetilmesi, gönlünün hoş tutulup dualarının alınması gereken kesimler zikredilir ki Kur’an hafızları da bunlar arasındadır.

Dolayısıyla hafızlığı, sadece gönlü zengin hayır sahiplerinin –Allah onların eksikliğini vermesin– gayretiyle yürümek zorunda bulunan bir müessese olmak durumunda bırakırsak, hafızları hiçbir özelliği bulunmayan, kaale alınması gerekmeyen, hatta varlıklarına çok da ihtiyaç olmayan… insanlar olarak görmeye devam edersek bunun gayret-i ilahiyyeye dokunacağından asla şüpheniz olmasın.

Milli Gazete – 21 Şubat 2012

Kaynakça/Dipnot

Kaynakça/Dipnot
1 15/el-Hicr, 9.