Irak işgali bütün vahşetiyle sürerken bütün dünya gibi biz de bu “savaş”a kilitlendik. Çeçenistan’da yıllardır devam etmekte olan “savaş” ve oradan yükselen feryatlar gündemimizden düşeli çok oluyor. Oysa biz gaflet edip unutsak da orada olup bitenler bir realite ve Çeçenler bizden “dua”dan başka bir şey istemiyor. Aşağıdaki çağrı günlerdir internette dolaşıyor: “Müslümanlara Çağrı: İbadet etmekte olan yaşlılara… Tüm kadınlara… Bütün imamlara ve ibadet edenlere… Bu çağrı hepinize… Savaş gittikçe kızışıyor, kalpler parçalanıyor. Durum çok ağır ve düşmanın … Devamını Oku
Münâcât
Geçen Cumartesi gecesi cep telefonlarında bir mesaj dolaşımdaydı: “Bu gece Abdülkadir-i Geylânî’nin mezarı bombalandı. Bu sabah saat 5’te, akan kanın durması için topluca dua edelim. Bu mesajı Allah rızası için 10 kişiye gönderin.” Bilmiyorum o mezar gerçekten bombalandı mı, yoksa hassasiyetleri harekete geçirmek için başvurulmuş bir çare miydi bu mesaj… Televizyonlardan ABD patentli aksiyon filmi gösterir gibi bütün dünyaya seyrettirilen bu “naklen vahşet” karşısında, yabancılaşma duygusu yaşamadan kaçımızın ağlayarak secdeye kapandığı ve dua ettiği meraka değer doğrusu… … Devamını Oku
Barış ve Esenlik Şehri
Birkaç gündür bu köşeyi meşgul eden meseleyi şimdilik askıya alıyorum. Vicdanım, gayret-i diniyyem ve hikmet anlayışım, yanıbaşımızda bütün vahşetiyle iğrenç bir tecavüz (buna “savaş demek mümkün değil) cereyan ederken o konu ile iştigal etmeme mani oluyor. Irak’ın kentleri bombalanıyor… Tarih, en kanlı barbarlık örneklerinden birisine tanıklık ederken, tonlarca ağırlıktaki bombalarla parçalanan, can veren günahsız insanların inleyen ruhuyla birlikte ağlıyor… Ve Bağdat… Medinetu’s-Selâm… Barış ve Esenlik Şehri… Bizim şehrimiz… Hz. Ömer tarafından bütün Ümmet’in malı olarak vakfedildiği için … Devamını Oku
Ehl-i Sünnet’i Savunmak Sana Kaldıysa…
1970 öncesi “Erbakancı” olduğunu ve telfik-i mezahibi savunan yazılar yazdığını, ancak daha sonra tevbe ederek siyaseti de, mezhepsizliği de bırakıp kurtulduğunu söyleyen yazara, bana iftira içeren ifadelerini tashih etmeden gazetesinde yayımlatması halinde ismini ifşa edeceğimi söylemiştim. Yazılarını olduğu gibi neşredip bana iftirasını “belge” haline getirdiği için adını açıklamakta bir beis görmüyorum: Bundan sonra kendisinden “müfteri” diye bahsedeceğim kişi, Türkiye Gazetesi’nde “Sohbet” köşesini yazan Mehmet Ali Demirbaş’tır. Hadis ilmi ile mübtedi seviyesinde iştigal edenlerin bile tanımına yabancı olmadığı … Devamını Oku
“Din Kitaplarında Uydurma Hadis Olmaz” Mı?
Muhammed Hamidullah hocaya rahmet dileği tarzındaki bir cümlem dolayısıyla, kendisinden “bir büyüğümüz” diye bahsettiğim bir yazar celallenmiş ve bu köşede Ocak ayından başlayıp Şubat’a sarkan bir dizi halinde ele aldığım görüşleri ileri sürmüştü. O yazılardan sonra internet üzerinden kendisiyle yazışmamız devam etti. İlk yazıma cevabında “nasihate açık” olduğunu söylediği için “delilsiz-şahitsiz münazara yapmama” prensibimi askıya alarak kendisiyle yazışmayı sürdürmekte bir sakınca görmediğim bu yazar, bir süre sonra mecrası değişen münazarada benim söylemediğim şeyleri bana isnat etme ve … Devamını Oku
“Allah Kelamı” ve “Kutsal Metnin Lafzı”
Başlıkta tırnak içinde verdiğim iki ifadenin mefhumu arasında bir fark bulunup bulunmadığı konusunda söylenecekler, Kitab-ı Mukaddes’e uygulanan hermenötik tekniklerinin Kur’an’a da uygulanıp uygulanamayacağı konusundaki önkabul ile doğrudan ve sıkı biçimde ilişkilidir. Kitab-ı Mukaddes’i oluşturan metinlerin, Hz. Musa ve Hz. İsa’ya (ikisine de selam olsun) indirilen vahiylerin bizatihi kendisi olmadığı, Yahudi ve Hristiyan teologların itiraflarının, metinlerin varyantları (“varyant” demek ne kadar doğruysa!) arasındaki tutarsızlıkların ve Müslüman ilim adamlarının araştırmalarının ortaya koyduğu –sübut bulmuş– bir hakikat olduğuna göre, Kutsal … Devamını Oku
Ortalık Toz Duman
Muhammed Hamidullah hocanın vefatının ardından ortalığın bu denli kızışmasını neye bağlayabiliriz? Bir tarafta onu “bid’ati küfre varan bir sapık” olduğunu söyleyerek cehenneme postalayanlar, diğer yanda “Peygamber aşığı bir alim” olduğunu söyleyerek savunmaya geçenler… Bir süre sonra üsluplar ağırlaşıyor, eski defterler tezgâhın altından çıkarılarak servise sokuluyor, küllenmiş kinler kızışıyor. Hamidullah’la başlayan itham savaşı giderek başka (eski) meselelere kayıyor. Belki bir süre sonra taraflara –çoğu zaman olduğu gibi– “yahu biz buraya nereden geldik” dedirtecek kadar “mecraını taşmış” bir tartışmaya … Devamını Oku
“Anlama Problemi”Nden Müşteki Bir Yazara Hatırlatmalar-10
“Hz. Cebraille ilgili olduğu tüm hâl karineleriyle sabit olan Necm Suresi’ndeki “yaklaştı ve eğildi” ayeti, bağlamından koparılarak anlam dönüşümüne tâbi tutulur. Oysaki “yaklaşma” ve “eğilme”, naklen de aklen de Allah’a, lafzi anlamında atfedilemez. Olsa olsa mecazen atfedilebilir. Fakat, müellifi ikna etmemektedir bütün bunlar. O Cebrail’in kastedildiği ayetleri Allah’a atfetmenin ille de bir yolunu bulmak için çırpınır. Bu, “hukuku’l-Mustafa” gereğidir. Bu tezin “hukukullaha” aykırı olup olmadığı âdeta konu haricidir.” (Üç Muhammed, 118) (Vurgular İslamoğlu’na ait.) Bir önceki yazıda … Devamını Oku
“Anlama Problemi”nden Müşteki Bir Yazara Hatırlatmalar-9
Hz. Peygamber (s.a.v)’in Miraç’ta Rabbini görüp görmediği konusundaki ihtilaf malum. İslamoğlu bu konuda Kadı Iyâd’ın tavrını şöyle veriyor: “Yazarımız, görme olayını böylesine sınırsız ve serbest bir yaklaşımla tartışıp kendi tezini yukarıda örneğini verdiğimiz rivayetler yardımıyla galip ilân ettikten sonra, tartışmayı görüşme platformuna taşıyor. Yani Hz. Peygamber’in Rabbini baş gözüyle gördüğü tezi yazarımıza göre isbatlanmış bir tezdir…” (Üç Muhammed, 118) Acaba Kadı Iyâd gerçekten bu kanaatte midir? Birlikte okuyalım: “(Allah Teala’nın) görülebilmesinin cevazı konusunda şüphe yoktur. Zira ayetlerde … Devamını Oku
“Anlama Problemi”nden Müşteki Bir Yazara Hatırlatmalar-8
Kadı Iyâd’ın eş-Şifâ‘sına yazdığı haşiyede (“zeyl” değil) eş-Şumunnî’nin, “Zekera Muhtâr b. Mahmûd el-Hanefî şârihu’l-Kudûrî ve musannıfu’l-Kunye fî risâletihi’n-Nâsıriyye…” diye başlayıp devam eden cümlesine İslamoğlu şöyle gönderme yapmış: “Ünlü Kuduri’nin şarihi ve el-Kabiyye fi Risaleti’n-Nasıriyye yazarı Muhtar b. Mahmud el-Hanefî…” (Üç Muhammed, 73) İslamoğlu’nun bu kısa cümlede yaptığı iki hatadan biri, kullandığı eş-Şifâ nüshasındaki bir baskı hatasından kaynaklanıyor. Kaybolmaya yüz tutan “rical bilgisi”nin yerini alması beklenen “aşinalığın” bile İslamoğlu’nun semtinden uzak kalması, (tıpkı “Mahled”e “Muhalled”, “Ğunder”e “Ğander”, “Sağânî”ye … Devamını Oku
- Page 1 of 2
- 1
- 2