Barış ve Esenlik Şehri

Ebubekir Sifil2003, Gazete Yazıları, Mart 2003

Birkaç gündür bu köşeyi meşgul eden meseleyi şimdilik askıya alıyorum. Vicdanım, gayret-i diniyyem ve hikmet anlayışım, yanıbaşımızda bütün vahşetiyle iğrenç bir tecavüz (buna “savaş demek mümkün değil) cereyan ederken o konu ile iştigal etmeme mani oluyor.

Irak’ın kentleri bombalanıyor… Tarih, en kanlı barbarlık örneklerinden birisine tanıklık ederken, tonlarca ağırlıktaki bombalarla parçalanan, can veren günahsız insanların inleyen ruhuyla birlikte ağlıyor…

Ve Bağdat… Medinetu’s-Selâm… Barış ve Esenlik Şehri… Bizim şehrimiz… Hz. Ömer tarafından bütün Ümmet’in malı olarak vakfedildiği için bizim olan ve bizim kalması gereken toprakların incisi…

Utbe b. Ferkad ile Hz. Ömer arasında geçen şu olaya bakın:

Utbe Irak’tan bir parça toprak satın almıştır. Medine’deki Hz. Ömer’e gelir ve durumu anlatır. Hz. Ömer sinirlenir, “Kimden satın aldın?” diye sorar. “Sahiplerinden” cevabını alınca elinden tutup Medineliler’e götürür ve “İşte oranın sahipleri! Siz buna bir şey sattınız mı?” diye sorar. Medineliler’in cevabı bellidir: “Hayır.” Bunun üzerine Utbe’ye dönerek, “Git, paranı kime vermişsen ondan geri al.”

Benzer bir olay da Talha b. Ubeydillah ile yaşanır ve Hz. Ömer, “Yaptığın iş geçersizdir; orası fey’dir” diyerek işlemi iptal eder. (el-Hatîbu’l-Bağdâdî, Târîhu Bağdâd, I, 45; Yahyâ b. Âdem, Kitâbu’l-Harâc, 57.)

Bu yüzden el-Fudayl b. Iyâd gibi vera ehli ulema Bağdat’ın gelirini –vakıf malının gasbıdır diyerek– yemekten imtina etmişti.

İmam Ahmed b. Hanbel’e vera ile ilgili bir mesele sormak üzere gelen birisi şu cevabı almıştı: “Estağfirullah… Vera konusunda konuşmak bana helal değildir. Çünkü ben Bağdat’ın gelirinden yiyorum. Bişr b. el-Hâris (Bişr-i Hâfî) olsaydı, cevabı ondan alırdın. Zira o Bağdat’ın gelirinden ve genel olarak Sevad arazisinin yemeğinden yemezdi. Vera konusunda ancak onun söz söylemesi elverir.” (el-Hatîbu’l-Bağdâdî, a.g.e., I, 35)

Ve yine bu yüzden Ahmed b. Hanbel ve Bişr b. el-Hâris, Bağdat’ta ölen kocasından miras kalan evi satmak isteyen kadına, “Ancak binayı satabilirsin” demişlerdi. Çünkü Bağdat’ın toprağı vakıftı ve vakıf satılamazdı… (el-Hatîbu’l-Bağdâdî, a.g.e., I, 34)

Osmanlı toprakları da öyle değil miydi. Ağırlıklı olarak Tanzimat’la başlayan Modernleşme hareketi boyunca Avrupa’nın, Osmanlı devletine vakıfların ilgası için yaptığı ısrarlı telkinlerin altında Gayrimüslimler’in savaşla alamadıklarını parayla satın almasını sağlamaktan başka ne vardı ki!..

Medine’yi, Kahire’yi, İstanbul’u.. bizim kılan ne ise, bizi Bağdat’a bağlayan da o…

Bizler, toprağın üstündekilerle değil, altındakilerle yaşarız. Olmaz olasıca petrolü görmüyorum bile… İçimi alçakça bombalanan, harimi çiğnenen kabirler sızlatıyor; bir de günahsız biçareler…

“Bombalarken lütfen tarihi eserlere zarar vermeyin” acziyeti farkında değilse eğer bu toprakların altının üstünden milyar kere milyar daha değerli olduğunu, vahşete söz mü geçer?!

Milli Gazete – 25 Mart 2003