“Habîb”, kelimesi “fe’îl” kalınında “fâ’il” veya “mef’ûl” anlamındadır. Birinci ihtimale göre “seven”, ikinci ihtimale göre ise “sevgili, sevilen” anlamına gelir.
Arapça’da “sevgi”nin çeşitli mertebelerini anlatan -meyl, meveddet, hubb, aşk… gibi- farklı kelimeler vardır. Bunlar içinde sevginin en üst mertebesini anlatan kelime “hullet”dir. Öyle ki, bu kelime, birbirinin “halîli” olan iki kimsenin, birbiri hakkındaki sevgisinin, karşılıklı olarak hücrelerine kadar işlediğini anlatır.[1]“Hullet”in anlamıyla ilgili olarak 4/en-Nisâ, 125. ayetinin tefsiri bağlamında yapılan açıklamalarla ilgili olarak bkz. ez-Zemahşerî, el-Keşşâf (et-Tıybî haşiyesiyle birlikte), V, … Continue reading
Allah Teala Hz. İbrâhîm (a.s)’ı “halîl” edindiğini 4/en-Nisâ, 125. ayetinde açıkça ifade buyurmuştur. Dilimize genellikle “dost” diye tercüme edildiğini dikkate alarak hareket etsek bile, bu ayetin zorunlu sonucu olarak Allah Teala’nın bir kulunu “dost edindiğini” söylemek durumundayız. Hem de sevginin çok özel bir çeşidi ile severek… (Elbette buradaki “hullet”, iki insan arasında olduğundan farklıdır; zira açıktır ki, mecazî anlamdadır.)
O halde soralım: Bir peygamber kulunu “dost” edinen Allah Teala’nın, bir başka peygamber kulunu “sevgili” edinmesine ne mani olabilir? Allah Teala “sever” mi? Kur’an-ı Kerim’e baktığımızda bu sorunun cevabı tereddütsüz “evet” olacaktır. O tevbe edenleri[2]2/el-Bakara, 222., temizlenenleri[3]2/el-Bakara, 222., sabredenleri[4]3/Âlu İmrân, 146., muhsinleri[5]2/el-Bakara, 195., müttakîleri[6]3/Âlu İmrân, 76., muksitleri[7]60/el-Mümhehıne, 8.… sever. Yani, bu özelliklere sahip kullar Yüce Allah tarafından “sevilen”, “sevgili” kullardır! (Yanlış anlamaya yatkın olanlar için burada bir izah daha yapalım: Allah Teala’nın fiilleri kulların fiilleri gibi değildir. Dolayısıyla O’nun sevmesi de kulların sevmesi gibi değildir. O’nun sevmesi, kulunu bağışlaması, kendisine manen yaklaştıracak fiillere muvaffak kılması, kuluna saadet ve selamet vermesi… gibi anlamlara gelir.)
Tam bu noktada modern popüler kültürün, “sevgili” kelimesini -tıpkı “dost” kelimesinde olduğu gibi- yozlaştırıp kendi çarpık algı kalıplarına tıkıştırmış olması, vahyin sağlıklı anlaşılmasının önündeki en büyük engellerden biri olarak karşımıza çıkmaktadır. Herhangi bir dinî metni anlamaya çalışırken popüler kültürün dilini değil, Din’in kendine mahsus dilini esas almanın da bizatihî bir “yükümlülük” olduğunu unutmamak gerektiğini hatırlatarak devam edelim:
3/Âlu İmrân, 31. ayetinde Yüce Allah bize, muhabbet-i ilâhiyye’ye nasıl mazhar olacağımızın biricik yolunu göstermiş ve şöyle buyurmuştur: “De ki: Allah’ı seviyorsanız, bana ittiba edin ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah Ğafûr’dur, Rahîm’dir.” Bu ayetin bize anlattıklarını maddeler halinde şöyle sıralayabiliriz:
- Mü’minler Allah Teala’yı severler.
- Allah Teala’nın da kendilerini sevmesini, bir başka deyişle O’nun “sevgili kulu” olmayı isterler.
- Ancak bunun “kuru bir dava” olmadığının göstergesi, kişinin Hz. Peygamber (s.a.v)’e ittiba etmesidir.
- Bu ittiba gerçekleşince, Allah Teala da o kişiyi sever ve günahlarını bağışlar. Yani Allah Teala’nın kulunu sevmesi ve günahlarını bağışlaması, kulun Hz. Peygamber (s.a.v)’e ittiba etmesine, gönülden isteyerek O’na tabi olup O’nun izinden gitmesine bağlıdır.
Yukarıda Allah Teala’nın sevdiği kulların özellikleri bağlamında işaret ettiğimiz ayetlerde zikredilen vasıfların bir kimsede bulunması da hiç şüphesiz, o kişinin Efendimi z (s.a.v)’e tabi olmasıyla mümkündür.
Buradan Hz. Peygamber (s.a.v)’in Allah Teala nezdindeki müstesna mevkiini tesbit etmek zor olmasa gerektir. Şöyle ki; Allah Teala için sıradan bir mü’minin dahi “sevgili kul” olması mümkün olduğuna ve dahi bu mazhariyet Efendimiz (s.a.v)’e tabiiyete bağlı bulunduğuna göre, şunu söylemek kaçınılmazdır: Hz. Peygamber (s.a.v), Allah Teala nezdinde öyle “sevgili” bir kuldur ki, O’na ittiba etmekle mü’min Allah Teala’nın “sevgili kulu” seviyesine yükselmektedir. Kulun Allah Teala’yı sevdiği iddiasının doğruluğunun göstergesi, Efendimiz (s.a.v)’e ittibasıdır. Allah Teala bize, kendisi tarafından sevilmek ve bağışlanmak istiyorsak Efendimiz (s.a.v)’e ittiba etmemizi işaret etmekle, O’nu ne kadar sevdiğini ve O’na ne kadar değer verdiğini anlatmış olmaktadır. Zira bu yönlendirme, Cenab-ı Hakk’ın Muhammed Mustafâ (s.a.v)’e muhabbetinin ifadesidir. Adeta “Benim sevdiğimi sevip kendisine tam bir mütabaatla tabi olun ki ben de sizi seveyim” buyurmuş olmaktadır. Bu itibarla mü’minler, Hz. Peygamber (s.a.v)’e muhabbet ve mütabaatları ölçüsünde Yüce Allah nezdinde muhabbet ve mağfirete nail olabilirler, daha fazla değil.
Sonuç olarak; Allah Teala’nın, “alemlere rahmet” olarak gönderdiği ve bize de sevmemizi emir buyurduğu Son Nebi (s.a.v)’i sevmesinde aklen de naklen de anlaşılmayacak bir husus olmadığı gibi, Efendimiz (s.a.v)’e, “Allah’ın sevgili kulu” anlamında “Habîbullâh” demekte herhangi bir sakınca yoktur!
Ebubekir Sifil – 1 Aralık 2017[8]Resim: © Muslims in Calgary. Editör.
Kaynakça/Dipnot
↑1 | “Hullet”in anlamıyla ilgili olarak 4/en-Nisâ, 125. ayetinin tefsiri bağlamında yapılan açıklamalarla ilgili olarak bkz. ez-Zemahşerî, el-Keşşâf (et-Tıybî haşiyesiyle birlikte), V, 168-9; Ebû Hayyân, el-Bahru’l-Muhît, III, 372; Elmalılı, III, 1476 vd… |
---|---|
↑2, ↑3 | 2/el-Bakara, 222. |
↑4 | 3/Âlu İmrân, 146. |
↑5 | 2/el-Bakara, 195. |
↑6 | 3/Âlu İmrân, 76. |
↑7 | 60/el-Mümhehıne, 8. |
↑8 | Resim: © Muslims in Calgary. Editör. |