Zaman zaman gençlerin bilhassa itikadi konularda serbestçe sarf-ı kelam ettiği konusunda mailler alıyorum. İnternetteki kimi forumlarda tevatürle sabit bir takım meselelerin inkârı söz konusu oluyormuş. Bilgi sahibi olmadan kanaat sahibi olmanın getirdiği önemli bir tehlike bu.
Hz. İsa (a.s)’ın nüzulü, kabir azabı ve benzeri meseleler hakkında genellikle şu tarz değerlendirmeler yapılıyor: “Bu meseleler Kur’an’da geçmiyor, bazı hadislerde yer alıyor. Ama hadis Kur’an’a aykırı olamaz. Dolayısıyla bu konulardaki hadisler uydurmadır.” Ya da, “Evet, bu konuda bazı hadisler var, ama bu hadisler itikadî sahada bir şey ifade etmez.”
İmam Ebû Hanîfe şöyle der: “Kabir azabını bilmem” diyen kimse helaka uğrayan Cehmiyye’dendir. Çünkü o kimse, kabir azabının ifade edildiği “Biz onları iki defa azaplandıracağız” (9/et-Tevbe, 101) ayetini ve kabirdeki azabı anlatan “Şüphesiz zulmedenlere bundan başka da bir azap var” (52/et-Tûr, 47) ayetlerini inkâr etmiştir. Eğer bu kimse, “Ben ayete inanıyorum; ancak tefsir ve teviline inanmıyorum” derse kâfir olur. Çünkü Kur’an’da, tevili tenzilinin aynı olan (ne ifade ettiği konusunda ayrıca yoruma gerek bırakmayacak ölçüde açık olan) ayetler vardır. Eğer bunu inkâr ederse kâfir olur.”[1]el-Fıkhu’l-Ebsat, (İmam-ı Azam’ın Beş Eseri içinde), 48.
Yine İmam Ebû Hanîfe şöyle der: Mestler üzerine meshin, mukim için bir gün bir gece, yolcu içihn üç gün üç gece olacak şekilde hak olduğunu ikrar ederiz. Çünkü hadiste böyle varit olmuştur. Bu konudaki rivayetler mütevatir seviyesine yakın olduğu için inkâr edenin küfründen korkulur.”[2]el-Vasıyye, (İmam-ı Azam’ın Beş Eseri içinde), 74.
Ekmeluddîn el-Bâbertî bu metni şerh ederken ilginç bir anekdot nakleder. Buna göre Tabiun’dan Katâde Kûfe’ye geldiğinde İmam Ebû Hanîfe ile bir araya gelirler. Ona şöyle der: “Sen, Dinlerini fırka fırka bölenlerden misin?” İmam buna şöyle cevap verir: “Ben Hz. Ebû Bekr ile Hz. Ömer’i (r.anhuma) diğer sahabîlerden üstün tutarım. Efendimiz (s.a.v)’in iki torununa muhabbet beslerim. Ve mestler üzerine meshe kailim.” Bunun üzerine Katâde üç kere, “İsabet ettin. Bu çizgiden ayrılma” der.[3]Şerhu’l-Vasıyye, 124.
İmam Ebû Hanîfe (rh.a), itikadî meseleler hakkında yeterli bilgisi olmayan kimselerin takınması gereken tavır hakkında şöyle der: Tevhit (itikad) ilminin ince meselelerinden herhangi bir hususu anlamakta müşkilat çeken kimsenin, meseleyi sorup öğreneceği bir alim bulana kadar o konuda Allah Teala katındaki doğru neyse o şekilde inanması gerekir. Bu durumdaki bir kimsenin, meselenin doğrusunu öğrenmeyi ertelemesi caiz değildir. Bu durumdaki kimsenin, tevakkuf etmesi, meselenin aslını öğrenmekten geri durması mazur görülemez. Eğer bu durumdaki kimse, meselenin aslını öğrenmekten geri durursa (ve hayatını öylece şüphe içinde geçirmeye devam ederse) dinden çıkar.”[4]el-Fıkhu’l-Ekber, (Ali el-Karî şerhiyle birlikte), 319-20.
Be sebeple itikadî meselelerde ya aklımıza takılan hususları ehil kimselerden sorup doğru bir şekilde öğreneceğiz, ya da hiç bu meselelere dalmadan “inandım” deyip geçeceğiz. İtikadda şüpheye yer yoktur.
Milli Gazete – 31 Aralık 2007