Resail-i Nur

Ebubekir Sifil2004, 2004 Yılı, Gazete Yazıları, Kasım 2004, Kasım Ayı 2004 OS, Okuyucu Soruları, Şahıslar, Said Nursi

Soru: “Risalet-ün Nur sair te’lifat gibi ulûm ve fünundan ve başka kitablardan alınmamış. Kur’andan başka me’hazı yok, Kur’andan başka üstadı yok, Kur’andan başka mercii yoktur. Te’lif olduğu vakit hiçbir kitab müellifinin yanında bulunmuyordu. Doğrudan doğruya Kur’anın feyzinden mülhemdir ve sema-i Kur’anîden ve âyâtının nücumundan, yıldızlarından iniyor, nüzul ediyor.”

Yukarısı 1. Şua’dan iktibas edilmiştir. Malumunuz bu gün sünneti red eden bir güruh-i la yuflihun mevcut. Bazıları Ehl-i Sünnet adına yola revan olup, kaş yapayım derken göz çıkarıyorlar. Said Nursi’nin yukarıdaki yazısında, benim mehazım sadece Kur’an’dır derken, bu sözden de Sünneti red ettiği anlamını çıkarıp, o da Ehl-i Sünnet değildir diyenler var. Açıkça mehazım Kur’an demek, Sünnete ihtiyacım yok, risalelerimde Sünneti baz almadım demektir diyorlar. Said Nursi burada ne demek istemiştir? Yukarıdaki alıntı için, Said Nursi sünneti red ediyor diyen iddia sahipleri haklımıdır?

Soru: Malumu-u aliniz edille-i şer’iyye dörttür ve bizi bunlar bağlar. Mezhebimizin hükmü bağlar. İlham ise veliye münhasırdır, Kur’an ve Sünnetle çelişmediği müddetçe kendisi için delil, senet olabilirse de ümmeti bağlamaz. İlham sahibini bağlar, bizi değil. Zira bizi mezhebimizin içtihatları bağlar. Birisi çıkıp dese ki, ilham bizi bağlamaz ise risale-i nur külliyatı da ilhamdır, o da bizi bağlamaz, ne cevap verebiliriz bu soruya?

 Cevap: Birbiriyle yakın ilişkisi dolayısıyla bu iki soruya tek başlık altında cevap vermek uygun olacak.İlk sorudaki alıntı, Resail-i Nur‘un telifi esnasında müellifinin yanında Kur’an‘dan başka herhangi bir kitap veya kaynak olmadığını anlatmaktadır. Adı geçen eserin pek çok yerinde, bu eserin, müellifinin kalbine gelen ilhamların neticesi olarak ortaya çıktığını anlatan ifadelere rastlanır.Ancak ne bu durum, ne de soruda alıntılanan ifade, Said Nursi merhumun “Kur’an dışında başka bir kaynak tanımayız” diyerek Sünnet‘e başkaldıranlarla aynı safta görülmesini mümkün kılar. Adı geçen eserinin pek çok yerinde Sünnet-i Seniyye‘ye yaptığı vurgu bu söylediğimi doğrulamaktadır. Hatta her vesileyle kendisini Ehl-i Sünnet olarak tanımlaması da burada mutlaka altı çizilmesi gereken bir diğer önemli noktadır.

Şu halde Said Nursi Sünnet‘i reddediyor diyenlerin haklı olduğunu söylemek mümkün değildir.

İkinci soruda yer alan meseleye gelince; soru sahibinin de belirttiği gibi, ilhamın –Kur’an, Sünnet ve Şer’î ilkelere aykırı düşmediği sürece– ancak sahibini bağlayabileceğini söylemek gerekir. Dolayısıyla Resail-i Nur‘un ilham mahsulü olduğu kabul edilecekse, orada söylenenlerin de ancak müellifini bağlayabileceği de kabul edilmelidir.

Ancak bu eserde –Kur’an ayetleri dışında– hadislere ve ulema akvaline de yer verildiği vakıası göz önünde bulundurulduğunda, onun mahza ilham mahsulü olduğunu söylemenin doğru olmadığı ortaya çıkmaktadır. Said Nursi merhumun hapishane hayatı öncesinde geçirdiği tahsil döneminden aklında kalanların ilham kapsamına sokulamayacağı açık olduğuna göre, birinci soruda iktibas edilen ifadelerin mutlak anlamda alınmasının doğru olmadığını söylemek durumundayız.

Sonuç olarak Resail-i Nur da diğer eserler gibi bir “beşer”in kaleminden çıkmıştır. Bu yönüyle içinde hata bulunması normal, hatta kaçınılmazdır. Gerek eseri, gerekse müellifini “lâ yuhti” olarak görmek de, tamamen değersiz addetmek de yanlıştır.

Not: Cehennem hayatı ile ilgili bir soruyu konu alan 24 Temmuz tarihli yazımda şöyle demiştim: “Muhyiddin b. Arabî (“el-Fütûhâtu’l-Mekkiyye“, III, 98-9 ve IV, 327-8) ve Sa’îd Nursî (“İşârâtu’l-Îcâz“, 2/el-Bakara, 7. ayetin tefsiri esnasında, 1189) ise yukarıdakilerin aksine cehennem hayatının son bulacağını savunmamıştır. Soruda da ifade edildiği gibi onlar, cehennemde ebedî olarak kalacakların, bir süre sonra azaba alışacağını –bir anlamda “bağışıklık” kazanacağını– ve bir noktadan sonra azabın onlara bir tür lezzet vermeye başlayacağını söylemişlerdir.”

Bu ifadem üzerine Said Nursi‘nin Cehennem azabının ebedi olmadığı görüşünü benimsediğini söylemenin doğru olmadığını savunan bir okuyucumdan, N. Yüksel‘in konuyla ilgili bir çalışmasını iliştirdiği bir mesaj aldım.

Bu meseleyi ilk fırsatta tekrar inceleyeceğim. Eğer yanılmışsam bu köşeden yanıldığımı ilan etmekte tereddüt göstermem.

Milli Gazete – 23 Kasım 2004