Bir önceki yazıda İmam Ebû Hanîfe’den rivayette bulunan ve Kütüb-i Sitte müelliflerine hocalık etmiş olan büyük muhaddislerin İmam Ebû Hanîfe’den rivayette bulunduğunu görmek için el-Mizzî’nin Tehzîbu’l-Kemâl’ine bakmanın yeterli olacağını söylemiştim. Keza Kütüb-i Sitte müelliflerinin onun rivayetlerine yer vermemiş olmasının “güven” meselesi olarak algılanmaması gerektiğini birkaç örnek üzerinden ifade etmeye çalışmıştım.
İbn Hacer el-Askalânî’nin, Ta’cîlu’l-Menfa’a’sı konumuz açısından son derece önemli bir çalışmadır. Zira bu eserde 4 mezhep imamı tarafından rivayetleri alınmış olduğu halde Kütüb-i Sitte’de rivayetlerine yer verilmemiş isimler bir araya toplanmıştır. Tek başına bu eserin incelenmesi bile konu hakkında tatmin edici bir fikir verecektir.
Öte yandan “bir ravinin güvenilir olup olmadığını tayin için tek başına Kütüb-i Sitte müellifleri tarafından hadisinin kabul edilip edilmediğine bakmak gerekir” şeklinde bir kaide bulunmadığının altını kalın bir çizgiyle çizelim. Kütüb-i Sitte müellifleri ne bütün güvenilir ravilerin rivayetlerine yer vermek, ne de sadece güvenilir ravilerin rivayetlerine yer vermek gibi bir amaç gütmüştür. Sıhhati iltizam eden (eserinde sadece sahih hadislere yer verme şartıyla kendisini bağlayan) el-Buhârî ile Müslim’in Sahîh’lerini istisna ederek konuşacak olursak, Kütüb-i Sitte’nin geri kalan 4 kitabında güvenilir ravilerin hadisleri bulunduğu gibi, başka Hadis imamları tarafından cerh edilmiş ravilerin hadisleri de vardır. Hatta bu durum Sahîhân’daki bazı raviler için dahi söz konusudur.
Dolayısıyla İmam Ebû Hanîfe’nin Kütüb-i Sitte müellifleri tarafından güvenilir bulunmadığı ve bu sebeple onun hadislerinin bu eserlerde yer almadığı şeklindeki tesbit ya konuya yüzeysel bir bakış açısıyla ya da art niyetli yaklaşıldığının ifadesi olarak görülmelidir.
Bir noktaya daha değinerek bitirelim:
İmam Ebû Hanîfe’nin “güvenilir” olup olmadığı meselesi ciddi anlamda araştırılmak isteniyorsa, Kütüb-i Sitte müellifleriyle yetinilmemeli, Hadis konusunun otoritesi olan bütün imamların kanaatleri araştırılmalıdır. Başta İmam’ın çağdaşı olan Hadis ve Fıkıh imamları olmak üzere, ulaşılabilen bütün otoritelerin kanaatlerini bir araya toplamadan ne onun, ne de dinde “imam” olduğu teslim ve itiraf edilmiş diğer büyüklerin –hatta sıradan ravilerin bile!– aleyhinde konuşmak dinî hassasiyet olarak değil, “gıybet” olarak değerlendirilmelidir! Zira tek taraflı ve art niyetli olarak yapılan her cerh, sadece sahibinin boynunda bir vebal olarak kalır!
Şu bir gerçek ki, İmam Ebû Hanîfe hakkındaki cerhler, vefatının üstünden uzun yıllar geçtikten sonra görülmeye başlamıştır. Onunla akran olan imamların hiçbirisinden onun hakkında mutlak cerh ifadesi nakledilmiş değildir. Bu konuda başta el-Hatîbu’l-Bağdâdî’nin Târîhu Bağdâd’ı olmak üzere birçok eserde İmam’ın çağdaşlarından cerh ifadeleri nakledildiğini biliyoruz. Ancak bu nakillerin sened yönünden itibara alınacak durumda olmadığını da biliyoruz. İmam el-Kevserî’nin Te’nîbu’l-Hatîb’i bu sahada hakikate vasıl olmak isteyenler için bulunmaz bir kaynaktır.
İmam Ebû Hanîfe hakkında kimin ne söylediği ve söylenenlerin değeri hakkında derli toplu bilgi edinmek isteyenler, Kavâ’id fî Ulûmi’l-Hadîs, er-Ref’ ve’t-Tekmîl, Zaferu’l-Emânî gibi eserlere ve Allame Abdülfettâh Ebû Gudde merhumun bu eserlere yazdığı notlara, iki önceki yazıda adlarını zikrettiğim ulemanın İmam’ın biyografisine tahsis ettiği kitaplara ve Muhammed Kâsım Abduh el-Hârisî’nin Mekânetu’l-İmâm Ebî Hanîfe Beyne’l-Muhaddisîn’ine bakılabilir.
Milli Gazete – 4 Temmuz 2010