İslam Toplumunda Gayrimüslimler-1

Ebubekir Sifil2006, 2006 Yılı, Gazete Yazıları, Mayıs 2006, Mayıs Ayı 2006 OS, Okuyucu Soruları

Bu yıl “Okuyucu Soruları” hayli yoğundu. Hatta “bu yıl” demek doğru değil: geçen yıl başladığımız seri bitmediği için bu yıla sarktı. Daha önce de yazdığım gibi, bu köşenin tipik bir “Fıkıh köşesi”ne dönmesini arzu etmediğim zaman zaman ara vererek hem size, hem de kendime nefes aldırmak istedim. Bu durum halen devam ediyor.

Soru

Resulullah Efendimiz ve halifeler döneminde İslam’ın haram kıldığı alanlarda gayrimüslimlere kendi aralarında dahi olsa faaliyet izni verilmiş midir? Örnek olarak içki alımı-satımı, içimi, kumarhane açımı, (kumar) oynanması…

Cevap

Gündemin hiç değişmeyen konularından birisi olduğu ve gerçekten büyük önem taşıdığı için, bu sorunun cevabını e-posta adresine isteyen soru sahibinin beni mazur göreceğini düşünerek soruyu ve cevabı buraya taşımak istedim.

Öncelikle “Gayrimüslimler’le ilişkiler” konusunun, Asr-ı Saadet’in farklı aşamalarında ve farklı gayrimüslimlere göre değişkenlik gösterdiğini belirtmek gerekiyor. Söz gelimi dönemin şu veya bu aşamasında müşriklerle ilişkilerde farklılıklar olduğu gibi, Ehl-i Kitap ile ilişkilerde de farklılıklar olmuştur. Bunda elbette ilgili ahkâmın değişmesinin ve Gayrimüslimler’in tutumunun belirleyici olduğunu da unutmamalıyız.

Bizi burada ilgilendiren, daha ziyade nihai durumdur. Konuyu sınırlamış olmak için de ağırlığı bu noktaya vermekte fayda var. Ancak esas meseleye geçmeden önce –sırası düştüğü için– bir küçük istitrat yapayım izninizle:

“Allah insanların bir kısmını (diğer) bir kısmıyla def etmeseydi, manastırlar, kiliseler, havralar ve içinde Allah’ın adının çokça anıldığı mescitler elbette yıkılıp giderdi” (22/el-Hacc, 40) ayetinin, kilise ve havraların birer “ibadethane” olmaları hasebiyle “içinde Allah’ın adının çokça anıldığı” camilerle aynı kategoride görülmesi gerektiğine delalet ettiğini söylemek doğru değildir. Evet buralar sözlük anlamıyla birer “ibadethane”dir; ancak cami ile eşitlenmeleri kesinlikle söz konusu olamaz.

Zira öncelikle belirtelim ki, ayette sadece kilise ve havralar değil, “savma’a”lar da zikredilmektedir ki bu kelime, “tepesi sivri ve yüksek bina” demektir ve hristiyan keşişlerinin olduğu gibi sabiî münzevilerinin de ibadet yerlerini anlatır. Dolayısıyla Sabiîler’in ibadethanelerinin de bu ayetin kapsamında olduğunu söylemek gerekir.

İkinci olarak, meselenin sadece bu boyutu ile iştigal edersek, ayetin esas muradını gözden kaçırmış oluruz. Dikkat edilirse ayette esas vurgu, ibadethanelerin yıkılıp gitmesini önleyen noktayadır ki, o da, Allah Teala’nın, insanlardan bir kısmını diğer bir kısmıyla def etmesi olgusudur. Buradan şunu anlıyoruz: Eğer Allah Teala Müslümanlar vasıtasıyla müşriklerin ve hangi dinden olursa olsun müstebit/baskıcı gayrimüslimlerin tasallutunu bertaraf etmemiş olsaydı yeryüzünde ne Yahudiler ne de Hristiyanlar güven içinde ibadet edebilirdi.

Tarihî gerçekler de bunun böyle olduğunu açık bir şekilde göstermiyor mu? Söz gelimi bir Moğol istilası esnasında yahut Haçlı seferlerinde sadece Müslümanlar değil, Yahudi ve Hristiyanlar da gerek ibadet sahasında, gerekse diğer alanlardaki güvenliklerini yitirmişlerdir.

Keza Yahudi ve Hristiyanlar’ın hakimiyet tesis ettiği İslam beldelerindeki camilerin durumuyla, İslam hakimiyetindeki yerlerde bulunan Yahudi ve Hristiyanlar’a ait ibadethanelerin durumunu göz önüne getirdiğimizde farkı yine net olarak görebiliyoruz.

Devam edecek.

Milli Gazete – 7 Mayıs 2006