Bediüzzaman ve Risale-i Nur-29

Ebubekir Sifil[dosya], 2011, 2011 Yılı, Bediüzzaman ve Risale-i Nur, Gazete Yazıları, Mart 2011, Mart Ayı 2011 OS, Okuyucu Soruları

Fethullah Gülen hocaefendiye ABD’de sağlanan sadece ikamet imkânı değil. Cemaatin orada da yapılandığı ve çok yönlü faaliyetler yürüttüğü bilinen bir husus.

Bu durumu nasıl değerlendirmeliyiz?

Şu bir gerçek: ABD için öncelik sıralamasının en başında yer alan husus kendi “kırmızı çizgileri”dir. Herhangi bir ekonomik girişim, fikrî oluşum, devlet, rejim, cemaat, tarikat, kişi, kuruluş… bu çizgileri geçme anlamına gelecek bir eğilim göstermediği etmediği sürece ABD için problem oluşturmaz. Böyle bir eğilim taşıyanların “kara liste”ye alındığı ise herkesin malumu. Hatta “eğilim” de şart değil, bu anlamda bir “potansiyel”in tesbit edilmiş olması dahi yeterli!

Şu nokta kesin: ABD herhangi bir kişi, kuruluş… vb.nin üstünü çizmişse, onu kendisi için tehlikeli/zararlı telakki etmiş demektir.

Açıklığa kavuşturulması gereken nokta ise şu: ABD’nin üstünü çizmediği kişi, kuruluş… vb.nin “ABD’nin dostudur, öyleyse İslam’ın düşmanıdır, ya da en azından İslam’a zararlıdır” denebilir mi?

Hakkaniyet ölçülerine riayeti önemsiyorsak şunu söylememiz lazım: ABD’nin üstünü çizmediği herkesi, her yapıyı İslam düşmanı ya da İslam’a zararlı görmek ve göstermek doğru değil. ABD’de varlığını devam ettiren birçok İslamî grup, cemaat, teşkilat var. Bunların bir kısmı oraya başka ülkelerden gidenlerin oluşturduğu, bir kısmı da öteden beri orada yaşayanların vücut verdiği yapılar. Bunların tamamının İslam’a zararlı ya da İslam düşmanı yapılar olduğunu söylemek insafla ve gerçekle bağdaşmaz. Elbette bunlar arasında İslam’a ve Müslümanlara zararlı çalışmalar yapanların varlığını görmezden gelmek ya da inkâr etmek mümkün değil. Ama öyle olmayanlar bulunduğu da vakıa.

Hocaefendi’ye ABD’de sağlanan ikamet imkânı ve diğer hususlara gelince, samimi kanaatim şudur: Günümüzde maalesef farklı Müslüman kesimlerin birbirinden hayli farklı İslam algısı var. İslam algısı farklı olunca, “İslam’a hizmet” anlayışı da farklı oluyor.

Bu anlamda Fethullah Gülen hocaefendinin takdim ve tarzında somutlaşan İslam ve hizmet anlayışının ABD’nin kırmızı çizgileri bakımından sakınca teşkil etmeyen bir mahiyet arz ettiği dikkat çekiyor. Bir başka ifadeyle İslam’ın, Hocaefendi’nin üslup ve metodunda öne çıkan görüntüsü ABD bakımından “rahatsızlık verici” bulunmuyor; tam aksine gözetilmesi ve desteklenmesi gereken bir olgu olarak değerlendiriliyor.

Elbette bu tek taraflı bir “kazanım” değil. ABD, kendisi bakımından sakınca teşkil etmeyen bir İslam algısının mümkün olduğu düşüncesinden hareketle onun pratiklerinin de yolunu açıyor; cemaat de önüne açılan bu yolda İslam adına doğru bildiklerini hayata geçiriyor…

Bu noktada “okullar” meselesi kaçınılmaz olarak gündeme geliyor. Cemaat bu okulların, milletimizin dünyaya açılımı ve öz kültürümüzün başka coğrafyalara taşınması noktasında önemli faaliyetler yaptığını ve inkârı mümkün olmayan başarılara imza attığını söylerken, başından beri meseleye mesafeli yaklaşan kesimler bu okulların İslam inancının yayılmasına ve Ümmet bilincinin ihyasına dönük hemen hiçbir faaliyetinin bulunmadığı, esasen onların böyle bir niyetle açılmadığı şeklinde eleştirilerde bulunuyor.

Doğrusu ben de önemli ölçüde bu kanaati paylaşıyorum. Söz konusu okulların, kuruldukları ülkelerin kanunlarına göre çalışmak durumunda bulunduğu doğru; ancak 12-13 asır öncesinin kıt imkânlarıyla bile bu muazzez dinin diriltici soluğunu Hind-i Çin’e kadar ulaştıran tüccarlar kadar da yeteneğimiz yok mu gerçekten? Bu kadar mı mahrumuz?

Eğer öyleyse attığımız taş ürküttüğümüz kurbağaya değiyor mu gerçekten?

Soruda yer alan son cümleyle ilgili düşüncelerimi de kısaca arz ederek bitireyim: “Ekranlara çıkıp ta İslam ve peygamberi hakkında güzel açıklamalar yapan Ehl-i kitaba inanmalı mıyız?”

Bir kısım Ehl-i Kitab’ın, İslam ve onun aziz peygamberi (s.a.v) hakkında hissiyatımızı okşayan şeyler söylemesi –tabii samimi iseler eğer–, hakikatin dile getirdikleri kadarından hissedar olduklarını gösterir. Günümüzde hiçbir Ehl-i Kitap kesimin, “Kur’an hak kitaptır ve Muhammed Mustafa (s.a.v) hak peygamberdir” dediğini duymuş değiliz. İslam uleması arasında, böyle diyen Anâniyye’yi Müslüman fırkalardan sayan bir tek fert dahi bulunmadığına bilhassa dikkatinizi çekmek isterim.

Diyalog süreci meyvesini vermiştir: Bizim aramızdan Ehl-i Kitab’ın cennete gideceğini söyleyenler çıkmıştır; buna mukabil –hatta belki de “bunu sağlamak için”– bir kısım Ehl-i Kitap da, Kur’an’ın “çok etkileyici” bir kitap ve Efendimiz (s.a.v)’in “örnek” bir şahsiyet olduğunu söylemiştir.

Kazanan kim?

Milli Gazete – 13 Mart 2011