Başörtüsü

Ebubekir Sifil2004, 2004 Yılı, Gazete Yazıları, Haziran 2004, Haziran Ayı 2004 OS, Okuyucu Soruları

Soru: “Bir konuşmasında F. Gülen hocaefendi tesettür için teferruat dedi. Bu doğru mudur? Teferruat ne demektir? Ayrıntı ve detay anlamına geliyor ama, buradaki manası nedir? Üstelik tesettürün teferruat değil, füruat olduğunu biliyordum ben. Teferruat ve füruat ne demektir? Tesettür füruat mı, yoksa teferruat mıdır?”

Cevap: Fethullah Gülen hocaefendinin başörtüsü hakkında kullandığı kelimenin “füruattandır” tarzında olduğunu hatırlıyorum. (Yanlış hatırlıyorsam düzeltin.) “Füru(at)”, Fıkhî bir tabirdir ve “Usul‘e ilişkin olmayan” anlamındadır.

Teferruat” kelimesi de aynı kökten gelmekle birlikte fıkhî bir tabir, daha doğrusu bir “terim” değildir. Soruda da dile getirildiği gibi, “ayrıntı” kelimesi ile eşanlamlı olan bu kelimenin dinî/teknik bir içeriği yoktur..

Bilindiği gibi bizim yaygın olarak “Fıkıh” tabirini kullandığımız alan, aslında “Füru-i Fıkıh” alanı, bir diğer söyleyişle “fer’î meselelerin işlendiği alan”dır. Bu meselelerin üzerine tebenni ettiği temel ise “Usul-i Fıkıh“tır. Dolayısıyla herhangi bir meselenin “füruattan” olduğu söylendiğinde, o meselenin Usul-i Fıkh‘ın değil değil, Füru-i Fıkh‘ın konusu olduğu ifade edilmiş olur.

Ancak kanaatime göre hocaefendinin yukarıdaki tabiri, başörtüsünün “imanî meseleler”den olmadığını vurgulamayı hedeflemektedir. Zira bir meselenin Füru-i Fıkh‘ın mı, yoksa Usul-i Fıkh‘ın mı konusu olduğu sorusunun cevabı, o meselenin önem derecesine etki etmez. İtikadî bir meselenin önem derecesi ile, –ister Usul’e, isterse füruata müteallik olsan– Fıkhî bir meselenin önem derecesi birbirinden farklı olduğu için ilkinin ilgi alanına giren meseleler, ikincinin ilgi alanına girenlere göre daha önemlidir.

Dolayısıyla hocaefendi demek istiyor ki, bir kimse imanî/itikadî ilkelere aykırı bir tutum içinde olmadıkça, fıkhî bir hükme uymaması çok önemli değildir; zira böyle bir durumda imanı tehlikeye girmez. Başörtüsü de imanî/itikadî bir mesele olmadığı için fazla büyütmeyin. Başınızı açmakla imanınızı yitirmiş olmazsınız. Türkiye‘nin şartları başörtüsü konusunda ısrarlı olmanın daha büyük zararlara kapı aralamasına müsaittir. Bu sebeple bu noktada bir adım gerilemenin kimseye bir zararı olmaz…

Hocaefendi Türkiye dışında olduğundan, kendisi için çok önemli olmayabilir, ama, diyelim ki bağlıları, kısa etek veya şort dayatmasıyla karşılaşsa, acaba kendisinden bu bu sefer de “setr-i avret füruattandır” tarzında bir fetva sadır olmasını bekleyebilir miyiz?

Başörtüsü emrinin Kur’an, Sünnet ve İcma ile sabit bir hüküm olması dolayısıyla taşıdığı ağırlıktan –herkesin malumu olduğu için– bahsetmeyeceğim. Ama başörtüsünün hiç olmazsa bir “kimlik” meselesi olarak ele alınması gerekli değil midir? Bunun böyle olduğunu, başını açarak okumayı hem reddedenler, hem de kabul edenler arasında onlarca, hatta belki yüzlerce kızımızın ruhsal problemler yaşadığı vakıası açıkça göstermiyor mu?

Bu meselenin –ve diğer benzerlerinin– çözümü, “sizden isteneni yapın, kurtulun” demekte midir? Bu bir “çözüm” müdür?

Hocaefendi‘yi bilmem ama, burada yaşayanlar bunun, “problemi dondurmak” anlamına dahi gelmediğini yakından biliyor. Bu, olsa olsa, “gerginliği dondurmak”tır ve elbette bunu sineye çekenlerin ruhunda yol açtığı yıkımın sesi Amerika‘dan dahi net olarak duyulur.

Bu kızlarımızın –aileleri ve yakın çevreleriyle birlikte– yaşadıkları hakkında her şey söylendi. Ama onların çocuklarının, bu yaşananların silinmez etkisiyle kurulan evlilikten doğacak çocukların, yani gelecek nesillerin, ne kadar sağlıklı bir aile ortamına gözlerini açacağı ve ne kadar sağlam bir ruh yapısıyla büyüyeceği konusunda henüz hiçbir şey bilmiyoruz.

Öyleyse soruyu tekrar edelim: “Bu, çözüm müdür?”

Milli Gazete – 17 Haziran 2004