Başörtüsü

Ebubekir Sifil2004, 2004 Yılı, Ağustos 2004, Ağustos Ayı 2004 OS, Gazete Yazıları, Okuyucu Soruları

Soru: Başörtüsünün imanî ve amelî ağırlığı nedir?

Cevap: Bu soru, başörtüsü meselesinin iki ayrı veçhesini gündeme getirdiği için önemlidir:

  1. Başörtüsünün ilahî bir emir olup olmadığı.
  2. İlahî bir emir olduğu kabul edildiğinde, terkinin hükmü.

İlkinden başlayalım:

  1. Çok iyi bilindiği gibi Müslüman kadının örtüsü ile ilgili olarak Kur’an‘da yer alan 24/en-Nûr, 31 ayeti açık ve kesin bir hüküm bildirir. Bu ayet, başörtüsünün bağlanma biçimini de tasrih etmiş, sadece başın değil, cahiliye döneminde tatbikatı bulunmayan “boynun ve göğsün örtülmesi”ni de hükme bağlamıştır.

Devr-i Saadet‘ten itibaren bütün zamanlarda –modern zamanlar hariç– Ehl-i Sünnet‘iyle-ehl-i bid’atıyla, havassıyla-avamıyla bütün Ümmet bu ayetin bildirdiği hüküm doğrultusunda amel edegelmiştir. Bu yönüyle de başörtüsü, delilinin delaleti üzerinde en küçük bir şüpheye yer bırakmayan “amelî tevatür” hüviyetindedir.

Hem delaletinin hem de sübutunun kat’îliği sebebiyle bu ayetin bildirdiği hüküm bir “farz-ı kat’î“dir; inkârı (Kur’an‘da başörtüsü emri bulunmadığı iddiası) ya da tahfifi (küçümsenmesi, hafife alınması) kişiyi dinden çıkarır.

(Bu vesileyle 17 Haziran tarihli yazımdaki bir eksiği düzeltmiş olayım. O yazımda Fethullah Gülen hocanın başörtüsü hakkında “füruattandır” dediğini hatırladığımı yazmış, “yanlış hatırlıyorsam düzeltin” demiştim. Ertesi gün Samsun‘dan yazan Murat Tekin kardeşim, kelimeyi yanlış hatırladığımı, F.Gülen‘in başörtüsü hakkında “teferruat” kelimesini kullandığını belirten bir ileti gönderdi. Kendisine teşekkür ediyorum. Durumu http://tr.fgulen.com/ adresinden de teyit ettim.)

Ayrıca 33/el-Ahzâb, 59 ayeti de mü’min kadının dışarı çıktığında “dış giysisi”ni üzerine almasını emretmekte; bunun, tanınıp eziyet edilmemeleri için daha elverişli olduğunu belirtmektedir.

Bu nokta, “Din’in hükümlerine riayetin bizzat kendisi maslahattır” diyen ulemanın aksine İslam ahkâmının –kendi tesbit ettikleri– “maslahat” ekseninde düzenlenmesini savunan Modernistler için gerçek bir samimiyet testidir. Zira burada onların anlayışına uygun maslahat, olsa olsa mü’min kadının tanınıp eziyet görmemesi olabilir. (Hür-cariye ayrımının mevcut olduğu dönemlerde dış örtü, hür kadınların diğerlerinden ayırt edilmesini sağlıyor, eziyet görmelerini engelliyordu.) Bugün ise durum tersine dönmüş; tesettür, tanınıp eziyet görme aracı haline gelmiştir. Bu noktada Modernistler‘den beklenen, yürekli bir şekilde ortaya çıkıp, maslahatın tesettürün terkini gerektirdiğini ve bunun, bizatihî murad-ı ilahî olduğunu söylemeleridir…

  1. Başörtüsünün ilahî/kesin bir emir olduğunu kabul ettiği halde çeşitli gerekçe ve mazeretler sebebiyle bu emre riayet edemediğini söyleyenlere gelince, günahkâr olurlar. Bir an önce tevbeistiğfarla bu ilahî emre imtisal etmeleri gerekir.

Bu noktada başörtüsü mağduru öğrenci kardeşlerimin, “tahsil görmek dinimizin kabul ettiği bir “gerekçe” değil midir?” dediğini duyar gibiyim. Şunu söyleyeyim ki, herkesin kendi durumuna göre tafsil edilmesi gereken böyle bir soruya “evet” ya da “hayır” demenin meseleyi çözmediğini biliyoruz. Bu, bu ülkede yaşayan bütün mü’minlerin ortak meselesidir ve çözümü yolunda ciddi anlamda gayret sarf edilmedikçe her birimizin omzunda bir vebal olarak durmaktadır. Bulunduğumuz noktada önerebileceğim “elle tutulur” tek tarz-ı hareket, 65/et-Talâk, 2 ve 24/en-Nûr, 55 ayetleri üzerinde tefekkür etmektir. (Bu konuda bkz. “Çağdaş Dünyada İslamî Duruş“, 127 vd.)

Bunun dışında, başörtüsüne alışamamak, başını örttüğü takdirde çevresi tarafından yadırganma endişesi taşımak… gibi gerekçelerin birer “vesvese” olduğunu bilmemiz gerekiyor. Yüce Yaratıcı‘nın bir emrini yerine getirirken ne kadar zorlanıyorsak, ecrimizin o ölçüde fazla olacağını hatırlatarak meseleyi şöyle bağlayayım:

Yaşadığımız zaman diliminde Müslümanlar, tarihin herhangi bir döneminde olduğundan daha hassas bir durumda bulunuyor. Tek tek her birimiz, bu Din‘in bekası bizim onun ölçülerine uygun yaşamamıza bağlıymış gibi düşünmeli, tek tek her birimiz, zamanın bu kertesinde “Müslüman” kılınmış olmanın ne büyük bir anlam ifade ettiği noktasında yoğunlaşmalıyız.

Not: 1 Temmuz tarihli yazımda, bir okuyucu sorusuna cevaben “Haramlardan kaçınmanın sevabının farzları yerine getirmenin sevabından daha fazla olduğunu ifade eden bir sözün varlığından haberdar değilim. Böyle bir söz söylenmişse, kimin söylediğini de bilmiyorum” demiştim. Rıza Görüş kardeşim, bu meselenin İmam-ı Rabbanî‘nin “Mektûbât“ında geçtiğini belirten bir mail gönderme lütfunda bulunmuş. Kendisine teşekkür ediyorum.

Dâru’l-Hikme‘deki arkadaşlar “Mektûbât” üzerinde hayli çalışma yaptılar. Bu konunun geçtiği mektupların bir dökümünü veren Orhan kardeşime zahmeti için bilhassa müteşekkir olduğumu belirtmeliyim.

İmam-ı Rabbânî bu meseleyi 9, 76 ve 286. mektuplarda “vera” ve “takva” kavramları merkezinde beyan ediyor. Aslından okunmasını tavsiye ederim.

Milli Gazete – 3 Ağustos 2004