“Yanlış” Mı, “Yanlış Anlama” Mı?

Ebubekir Sifil2002, Gazete Yazıları, Gündem, Konularına Göre, Nisan 2002, Usul

Abdullah Aziz ismiyle mail kutuma mesaj bırakan bir kardeşim soruyor: “Bir yazınızın sonunda aynen şöyle yazmışsınız: “Türk Müslümanlığında buluşmaya ne dersiniz?” Böyle bir düşünce İslam’a sığar mı? Sizin adınıza çok üzüldüm. Yoksa bu cümle size ait değil mi?”

Cevaba geçmeden önce bir hususu belirtmek istiyorum:

Şimdiye kadar arkasında dur-a-madığım birşey söylemedim, söylediklerimin arkasında durmakta da bir lahza dahi tereddüt etmedim. Ama başıma gelmesinden en çok korktuğum birkaç durumdan birisi ile karşı karşıya bulunmanın verdiği bir kırılma  yaşıyorum şu anda: Söylemediğim birşeyi söylediğimin iddia edilmesi veya söylediğim birşeyin yanlış anlaşılması/çarptırılması.

Belki de bu konudaki titizliğimin bir göstergesi olacak, şimdiye kadar görüşlerine şu veya bu şekilde/ortamda eleştiri getirdiğim insanların, sözlerinin tarafımdan çarpıtıldığını iddia etmemeleri/edememeleri için eleştirdiğim konudaki sözlerini her zaman bağlamlarıyla ve bütünlüğünü korumaya özen göstererek zikrettim. Bu, ilmî ve ahlakî bakımdan kabul edilemez bir duruma düşmemek için olduğu kadar, başkasının vebalini yüklenmemek için de vazgeçilmez bir hassasiyet olarak herkes tarafından paylaşılmalıdır.

Cevaba gelince; Evet bu cümle bana ait ve Çağdaş Dünyada İslamî Duruş adlı kitabımda (30) geçiyor. Bu cümlenin yer aldığı paragrafın bir sayfa gerisinde “İslam” ile “Müslümanlık” arasında yapılmak istenen ayrımın saçmalığı vurgulanıyor ve “Türk Müslümanlığı” tabirinden kastedilenin ne olduğu soruluyor. Bu tabirin anlam haritası üzerinde durulurken de şöyle deniyor:

“Sonuç olarak geriye bir tek şık kalmaktadır. “Türk Müslümanlığı” tabiri ile anlatılmak istenen, aslında “Türkiye Cumhuriyeti Müslümanlığı”dır. Bu, doğrudan doğruya resmî ideolojinin öngördüğü “ahkâm ayetlerinin ve Hz. Peygamber (s.a.v)’in uygulamaya yönelik Sünneti’nin artık geçersiz olduğuna inanan, din adına sonradan ortaya çıkmış bir takım bid’atlerle amel etmeyi yeterli sayan, kalbi temiz, yaptığı hataları ve işlediği günahları bile iyi niyetle işleyen, kimsenin etlisine sütlüsüne karışmayan, kendisine lütfen bahşedilenle yetinen amelsiz, talepsiz tatlı su Müslümanı”dır.

“Eğer bu tesbit yanlış ise, Türk Müslümanlığı tezini ortaya atan ve savunan Çağdaş Modernistler’e buradan açık bir çağrıda bulunmak istiyoruz:

“Antep’li Bedruddin el-Aynî, Sivas’lı Kemaluddin İbnu’l-Hümâm, Tokat’lı Mustafa Sabri Efendi, Düzce’li Muhammed Zahid el-Kevserî, Elmalı’lı Muhammed Hamdi Yazır gibi alimlerin temsil ettiği Türk Müslümanlığı’nda buluşmaya ne dersiniz?”

Yazı burada bitiyor. Konuyla ilgili olarak buraya aldığım ifadelerde “cımbızlama yöntemi” uygulanacak olursa, okuyucunun gözünü rahatsız eden tek tabirin “Türk Müslümanlığı” olmadığını söylemek normal. Hatta “Hz. Peygamber’in uygulamaya yönelik Sünneti”, “Çağdaş Modernistler”… gibi ifadelerin de, yazının bütünü okunmadığı sürece “rahatsız edici unsurlar” olarak durduğu belli.

Ancak Abdullah kardeşimin itirazına mahal teşkil eden ifadenin ne anlama geldiğini görebilmek için yukarıya aldığım kısım fazlasıyla yeterli.

Son olarak Abdullah kardeşime bu örnek tavrı için teşekkür etmeliyim. Zira kendisini rahatsız eden bir hususu kaynağından tahkik etmeden vebal alanların yaptığını yapmamış.

Nisan 2002 – Milli Gazete