Usul Zemininde Hareket Etmek-2

Ebubekir Sifil2010, Aralık 2010, Gazete Yazıları

Bir önceki yazıda Karaman hocanın “recmin hadd değil ta’zir olduğunu gösterdiğini” ileri sürdüğü argümanları özetlemiştim. Bunların hiç birisinin hocanın davasına delalet etmediği gün gibi aşikâr. Hoca bu argümanların her birinde mevcut olan ve her biri ayrı bir hususa delalet eden özelliklerin birbirine eklenmesinden ortaya bir “zaaf” çıkacağının zan ve bunun da recmle ilgili delillerin delalet gücünü zayıflattığının tahayyül edilmesini istiyor ya da kendisi öyle düşünüyor olabilir. Ancak bunun “Usul zemininde hareket etmek”le bir ilgisi yoktur. Bu, olsa olsa “Usul’e ve delile işkence etmek” olur!

Recmin “hadd” değil “ta’zir” olduğuna delalet ettiğini söyleyebilmek için ilgili argümanların her birinin delalet vechini ayrı ayrı ve müstakil olarak ortaya koymak icap eder. Şimdi soralım: Hocanın “delil” diye ileri sürdüğü 6 hususun, recmin “ta’zir” olduğuna delaleti ne suretledir? Burada “sarih mantukun delaleti”nden bahsedebilir miyiz? “Evet”se söz konusu argümanlardan hangisi meseleye bu seviyede delalet eder ve konu hakkında “nass” olan “Benden alın…” hadisiyle tearuzu nasıl giderilir? “Hayır”sa mesele “gayrı sarih mantuk” kısmına intikal eder; burada hangi delalet vechi bahis konusudur? “İktiza”nın delaleti mi, “işaret”in delaleti mi, “ima”nın delaleti mi, hangisi? Yoksa burada “mantuk”un delaletinden değil de “mefhum”un delaletinden mi bahsetmeliyiz?..

Yahut esasen recmin “ta’zir” olduğu konusunda “delil” diye ileri sürülen hususların hiç birisi “delil” olma vasfını haiz olmadığı halde bize “delil” diye mi sunuluyorlar?

Meseleye Usul zemininde baktığımız zaman gerçekten de mezkûr 6 madenin hiç birisinin teknik anlamda “delil” olmadığı, bunların ancak birer “karine” hüviyetini haiz bulunacağı açıktır. Aksi söz konusu olsaydı hoca, “Usul zemininde hareket ettiğini” söylediği cevabî yazılarında icmadan, meşhur haberden bahsetmek suretiyle sözü dolaştırmak yerine bu 6 maddenin delalet vechi üzerinde durur ve meseleyi bitirirdi!

O halde soralım: Konuya nassen delalet eden delilin bulunduğu yerde karinenin delil yerine ikamesi mümkün müdür? Usul buna ne der?

Yanlış anlaşılmaması için altını çizeyim: Bu söylediklerim, hocanın gündeme getirdiği 6 maddenin recmin “hadd” değil “ta’zir” olduğuna delalet ettiği davasının kabul edilebileceği anlamına gelmez. O 6 maddenin her biri farklı bir şeye delalet etmekte veya esasen konu/dava hakkında herhangi bir delaleti haiz bulunmamaktadır.

Hocanın icma, meşhur haber vb. hususlarda yaptığı nakillerin konuya taalluku meselesine geçmeden önce son bir noktayı daha vurgulayalım: Bir an için diyelim ki recmin “hadd” değil, “ta’zir” olduğu davası müsellemdir. Efendimiz (s.a.v)’in bu evli zanileri “ta’zir”le tecziye ettiğine dair elimizde hiçbir belge, delil yok, ama yine de kendimizi zorlayarak bunun böyle olduğunu düşünelim. Bu demektir ki duruma göre recm cezası azarlayıp salıverme şeklinde de, öldürme şeklinde de uygulanabilir. Ancak yine de biliyoruz ki, Efendimiz (s.a.v) bu cezayı hep öldür(t)mek şeklinde uygulamıştır. Bir an için hocanın icra mevkiinde olduğunu ve cezaların infazında yetkili kılındığını farz edelim. Acaba hoca, önüne getirilen (failleri evli) zina 100 zina suçundan 1’ine recm uygulayabilecek midir?

Açıktır ki buna, modern çağın suç ve ceza mantığı da, iliklerimize kadar işlemiş hümanizma da izin vermez. Peki acaba, Efendimiz (s.a.v) mi –haşa– daha katı kalpliydi, yoksa bizim merhamet duygularımız mı daha “gelişmiş”?!

Konu hakkında ne söylenirse söylensin, hepsinin üstünde ve ötesinde “yalın” bir gerçek var. Ortada evli zaniler için getirilmiş bir ceza var ve adı “recm”. Onun ne etimolojisi, ne morfolojisi, ne lugat ne ıstılah anlamı ve ne de tatbikatta arz ettiği durum “ta’zir” olarak görülmesine müsait.

Gerisi laf-u güzaf…

Devam edecek.

Milli Gazete – 6 Aralık 2010