Üniversalite???

Ebubekir Sifil2010, Gazete Yazıları, Mart 2010

Üniversiteler bilimsel faaliyetin “evrensel” ölçek ve standartlarda yapılması anlayışıyla kurulmuş müesseseler. Bu, “bilimsel” vasfını taşıyan her çalışmanın, fikrin, tavrın üniversitelerde kendisine yer bulabilmesi anlamına geliyor. Akademik ünvanlar, insanlara, çalışmalarının bilimsel açıdan bir kıymet ve orijinalite arz ettiğini göstermek/tescillemek üzere tevdi ediliyor.

Akademik ortamlar, her türlü “bilimsel” düşüncenin serbestçe dile getirildiği, konuşulup tartışıldığı ortamlar olarak farklılık arz eder. Böyle bir ortamda bulunuyorsanız, –katılın katılın ya da katılmayın– “bilimsel” nitelikli her türlü görüş ve yaklaşıma “tahammül” göstermek durumundasınız! Hele bir de “akademisyenlik mesleği”ne intisap etmişseniz, hayatınızı bu yoldan kazanıyorsanız bu, sizin için “mecburiyet” haline gelir…

Nereden çıktı şimdi bu “akademik muhabbet” diyeceksiniz. Anlatayım:

Bundan bir süre önce Ankara İlahiyat’tan bazı öğrenci arkadaşlar fakültede bir konferans verip veremeyeceğimi sordular. Olumlu cevap verdim. (Biri Fazlur Rahman’ın görüşleri etrafından bir panel, diğeri Hz. Ömer (r.a)’in Sünnet anlayışı konulu bir konferans olmak üzere, daha önce farklı zamanlarda iki kere benzer organizasyonlara konuşmacı olarak davet edilmiştim.)

Gün tesbit edildi, gerekli ayarlamalar yapıldı ve zannediyorum bu hafta başında program gerçekleştirilmek üzere fakülte yönetiminden de onay alındı. Her ayın ilk Cumartesi günü yaptığımız Daru’l-Hikme semineri için İstanbul’a gittiğimde arkadaşlar Ankara İlahiyat’taki programın iptal edildiği haberini aldıklarını söylediler. Kesinleşmiş bir programın iptali alışılmış bir durum olmamasına rağmen şaşırmadım. Ama şaşırmalıydım. Şaşırmamış olmam şaşırtıcı olmalıydı.

Sonra tamamen bilgim ve iradem dışında olarak konu bazı haber siteleri tarafından internete taşındı, haber yapıldı. Arkasından “neler oluyor” sorularına muhatap olmaya başladım. Konu hakkında gerek telefonla, gerekse internet üzerinden sorulan sorular belli bir yoğunluk kazanmaya başlayınca bu açıklamayı yapmak zaruret haline geldi.

Benzeri bir durum, geçen ay konferans için gittiğim Kayseri’de de yaşanmış. İlahiyat’taki öğrenci derneği, konuşmacı olarak Ebubekir Sifil’i davet etmek istediklerini söyleyince fakülte idaresi “münasip bir dille” talebi geri çevirmiş. Öğrenci arkadaşların söylediğine göre, diğer fakültelerin salonları için yapılan girişimler de sonuçsuz kalmış. Bunun makul bir izahı var mıdır gerçekten?

Aklıma Mu’tezile’nin durumu geliyor. “Sünnî gelenek”in Mu’tezile’ye tahammülkâr davranmadığı tarzındaki tesbitlerin belki en çok dillendirildiği yerlerdir İlahiyat fakülteleri. Bu bakımdan “skolastik düşünce”nin yıkılması birincil hedefidir bir kısım ilahiyatçı akademisyenlerimizin.

İroniye bakın ki, iktidara geldiğinde İslam dünyasında görülmemiş bir takibat, zulüm ve işkence sürecinin altına imza atan da Mu’tezile olmuştur! Sormak gerekmez mi skolastik olan kimdir, skolastisizm nedir?

Bugün yaşadığımız durum da farklı değil. Görüş ve yaklaşımlarına tahammül gösterilmediği şeklindeki propaganda modernist ilahiyatçılarımızın dilinden hiç eksik olmaz; ama tahammülsüzlüğün alasını kendileri gösterir!

Benim, modernist ilahiyatçılar tarafından dikkate alınmak gibi bir takıntım yok hamd olsun. Yazdıklarımı, söylediklerimi ilgiye değer bulurlar ya da bulmazlar; bu onların sorunu. İdaresini ellerinde bulundurdukları ya da idaresi üzerinde etkin oldukları fakültelerde, resmî mahfillerde, dernek veya benzeri yapılarda Ebubekir Sifil’in, Daru’l-Hikme’nin, Rıhle’nin üzerini çizmek en tabii hakları. Buna da bir şey demem.

Sadece şunu bilsinler: Bu “yassak”çılık anlayışıyla, kendi ayakları altındaki zemini yok ediyorlar ve bu, öğrencileri ve kamuoyu nezdinde eksi hanelerini şişirmekten başka bir işe yaramıyor!..

Milli Gazete – 13 Mart 2010