Üçüncü İntifada

Ebubekir Sifil2006, Gazete Yazıları, Temmuz 2006

Kur’an, iman edip salih amel işleyenlerin “mahlukatın en hayırlısı” (hayru’l-beriyye) olduğunu söylüyor. (98/el-Beyyine, 7.) Mü’minin bizatihi “mü’min” olmak haysiyetiyle Allah Teala katında elde ettiği değer, Söz Sultanı (s.a.v) tarafından da son derece çarpıcı bir üslupla ifade edilmiştir. Birçok sahabîden nakledilen, dolayısıyla birbirini destekleyen rivayetlerde Efendimiz (s.a.v)’in, Kâbe’ye bakarak, “Senin hürmetin ne büyük! Mü’minin Allah Teala katındaki hürmeti ise seninkinden daha büyüktür!” buyurduğu nakledilmiştir.

Bu Kur’anî ve Nebevî belirlemeler, tabii olarak Sahabe’nin, dolayısıyla Ümmet-i Muhammed’in varlık tasavvurunu da şekillendirmiştir. Yaratılmışlar evreninin merkezinde “insan” varsa, insanlık aleminin merkezinde de “mü’min” vardır. Dolayısıyla mü’min, yaratılmışlar evreninin de merkezini teşkil etmektedir.

Yazının başlığı ile bu söylediklerim arasında nasıl bir ilişki bulunduğunu merak edenler için hemen sadede geleyim: Allah korusun, diyelim ki bugün –tıpkı tarihte Karmatîler’in yaptığı gibi– birileri Kâbe’ye yönelik bir tasallutta bulunsa tepkimiz ne olurdu? Bir buçuk milyarlık İslam alemi ayağa kalkardı değil mi?

Bunu, Kâbe’nin fizik yapısını oluşturan taş ve toprakla açıklamak mümkün müdür? Elbette hayır!

Hayır, çünkü biz inanır ve biliriz ki Kâbe taş ve topraktan ibaret bir yapı değildir. Onu “Beytullah” yapan bir mana vardır ki, fizik varlığının ötesinde bir hakikati bulunduğunu bilinçaltımıza gizliden gizliye nakşetmiştir.

İşte Kâbe’yi “Beytullah” yapan neyse, mü’mini “hayru’l-beriyye” yapan da odur.

Peki Irak’ta, Filistin’de ve dünyanın daha başka yerlerinde ölümün, işkencenin ve her türlü insanlık dışı muamelenin reva görüldüğü mü’min kardeşlerimizden yükselen ah-u enin karşısında bu kadar tepkisiz kalışımızı bu hakikat ile nasıl bağdaştıracağız? Adına ister “savaş”, isterse başka şey densin; aslında sergilenen tam anlamıyla bir “modern vahşet”tir ve maalesef İslam dünyası bu vahşete seyirci kalmaktan başka bir şey yapmamaktadır.

Bir asker için hükümeti ve halkıyla bütün Filistin’i yakıp yıkmayı göze alabilen İsrail’in ortaya koyduğu tavır, Ümmet-i Muhammed’i “kendisini keşf etmeye” zorluyor aslında. Düşünün ki hergün onlarca kere yeniden yıkılıyor Kâbe ve bizler kahredici bir sükûtla yüzlerimizi zilletin karanlığına gömüyoruz!

Osmanlı’nın torunları, dedelerinin onurlu bir direnişin sonunda çekilmek zorunda kaldığı toprakları şimdi onlara niyabeten “Üçüncü İntifada”nın çocuklarının savunduğunu görmezden-bilmezden gelebilir mi?

Yarın (9 Temmuz) yapılacak olan miting, aynı zamanda bu tarihî sorumluluğun idrakinin ifadesi olacak. Çağlayan’da İsrail’in zulmünü tel’in için söylenen her söz, yapılan her dua, zillete rıza göstermeyenlerin haykırışı olarak Arş’a yükselecek. Mescid-i Aksa’nın çocuklarının “Üçüncü İntifada” dönemini başlattığı bugünlerde dualarımız Filistin için, Irak için…

Not: Bu yazıyı yazdığım gece, Filistin’deki gelişmeleri sıcağı sıcağına takip ederek ziyaretçilerine aktaran bir sitenin hizmete girdiğini haber veren bir mail aldım. http://www.adayis.com adresinde hizmet veren site gerçekten de güzel ve doyurucu. Emeği geçenlerden Allah razı olsun.

Milli Gazete – 8 Temmuz 2006