Te’vîlâtu’l-Kur’ân Ve “Hanefî-Mâturîdî Çizgi” – 2

Ebubekir Sifil2006, Gazete Yazıları, Nisan 2006

Bugün ve yarın İmam el-Mâturîdî‘nin Te’vîlâtu’l-Kur’ân‘ının neşredilen ciltlerinden seçtiğim bahisleri paylaşalım istiyorum:

* Kur’an‘ın Hz. Peygamber (s.a.v)’e lafız ve mana olarak mı, yoksa sadece mana olarak mı indirildiği konusunda bazı modernistlerin (mesela Fazlur Rahman‘ın) tavrı ikinci şıktan yanadır. İmam el-Mâturîdî de Te’vîlât’ta 2/el-Bakara 97 ayetinin tefsiri esnasında, Kur’an‘ın sadece mana olarak indirildiği, lafızların Efendimiz (s.a.v)’e ait olduğu iddiasının Batınîler‘e ait olduğunu vurguluyor ve karşı delillerle geçersizliğini ortaya koyuyor. (Te’vîlât, I, 185)

* “Nesh“in, önceki hükmün uygulanma süresinin dolduğunun beyanından ibaret olduğunu (aynı yaklaşımı el-Cassâs‘ta ve daha başka Usulcüler‘de de görüyoruz) söyler.

* “Varise vasiyet yoktur” hadisinin vasiyet ayetini (2/el-Bakara, 180) nesh etmesi ve mezkûr hadisin tevatürü üzerinde dururken, hadisin mütevatir olmadığı itirazına cevaben şöyle der: “Bunun ahad haberlerden olduğunu söyleyenin iddiasına gelince, burada aslolan şöyle demektir: Bu hadis rivayet yönünden ahad haberlerdendir; kendisiyle amel edildiğinin bilinmesi yönünden ise mütevatirdir. Bizim kabul ettiğimiz Usul’e göre amelî tevatür, kendisiyle amel edilen en üstün haberdir. Zira asırdan asıra tanınan/bilinen mütevatirle insanlar, (aslını teşkil eden haberin) zuhuru sebebiyle amel ederler. Böyle haberlerin zuhuru ise insanları (senediyle) rivayetten müstağni kılar. Çünkü böyle haberlerin kimseye gizli kalmayacağını bilir (bu sebeple onu çok çok fazla sayıda senetle rivayete gerek görmez) ler. Bu sebeple biz, Hz. Peygamber (s.a.v)’den gelen ve O’nun, köpek dişleri (parçalayıcı yan dişleri) bulunan yabani hayvanların etini yemeyi yasaklayan rivayeti doğrultusunda hüküm veririz. (…) Bu, rivayet bakımından ahad haberlerdendir; ancak insanların kitleler halinde kendisiyle amel edegeldiklerinin bilinmesi, kendisiyle ameli gerektirir…” (I, 333-4)

Burada son derece önemli bir ilke ile karşı karşıya bulunuyoruz. İmam el-Mâturîdî, rivayet yönünden ahad olsa bile, Ümmet’in ameli sebebiyle tevatür özelliği kazanan haberleri, ayeti nesh edecek güçte görmekte, dolayısıyla “tevatür” olgusuna farklı bir boyut getirmektedir. “Hanefî-Mâturîdî” tamlamasına “abanarak” Sünnet‘i devre dışı bırakmaya ve “Kur’an İslamı“, “Ilımlı İslam“… gibi ifsat projelerine Hanefîlik/Mâturîdîlik’ten yol bulmaya çabalayanların önündeki en büyük engelin yine bizzat Hanefî/Mâturîdîler olduğu burada alabildiğine net olarak ortaya çıkmaktadır. (el-Keşmîrî‘nin “tevatür” meselesinde, yukarıdaki açılımı genişleten ve tevatürü 4 çeşit olarak ele alan orijinal yaklaşımı için bkz. Feydu’l-Bârî, I, 70-1)

* Gerek varise vasiyet meselesinde, gerekse meleklerin Hz. Adem (a.s)’a secdesi ile ilgili ayet üzerinde dururken Sünnet’in Kitab’ı nesh ettiği konusunda net bir tavır sergiler. (I, 88, 333-4)

* “Kulun kudreti” konusunda İmam el-Mâturîdî‘nin, söyledikleri (II, 370-1) ile İmam el-Eş’arî‘nin söyledikleri (Risâle ilâ Ehli’s-Seğr, 260 vd.) arasında şu noktada son derece çarpıcı bir paralellik var: Kul, olumlu fiil işleyebilmek (mesela iman edebilmek) için olumsuz fiil işlemeyi (mesela küfürde oyalanmayı) terk etmelidir. İmam el-Eş’arî‘ye göre kul, olumlu fiil için ayrı, olumsuz fiil için ayrı olmak üzere iki kudrete sahiptir. İmam el-Mâturîdî ise kulda tek bir kudret olduğunu söylemektedir. Ancak kul şer işlemeyi bırakmadıkça hayır işleyememektedir. Dolayısıyla her iki imam bakımından da sonuç aynı yere çıkmaktadır. Bu nokta behemehal üzerinde daha fazla durulmayı hak ediyor…

Devam edecek.

Milli Gazete – 30 Nisan 2006