Terakki, Örfi Hukuk, Sekülarite Tartışmasına Devam-2

Ebubekir Sifil2004, Gazete Yazıları, Nisan 2004

“İslam Fıkhı’na, Hz. Peygamber’den sonra muhkem ayetlere ilişkin içtihad atfını mal etmeye kalkıştığımı Sifil nereden çıkarıyor;- bunu da anlamak mümkün değil!”

Muhtemelen konuyla ilgili olarak daha önce kaleminden dökülen şu satırları tekrar okumaya gerek duymadığı için böyle demiş sayın Yavuz: “İslam Hukuku söz konusu olduğunda siyasal toplum ya da Devletin, Şer’i Hukuk’un yanı sıra bir Örfi Hukuk vaz’etmiş olduğu da biliniyor,-İlk Müslüman-Türk devletlerinin kuruluşu ile birlikte, Örf’ün de yürürlüğe girdiği de! Dolayısıyla, Hıristiyanlıkta geçerli olduğu söylenen ‘Sezar’ın hakkı Sezar’a, Allah’ın (ya da Papa’nın) hakkı Allah’a (ya da Papa’ya)!’ ilkesinin, İslam’da da yürürlükte olduğunu öne sürmek, birçoklarına şaşırtıcı gelebilir. Barthold’ün, Ravendi’nin 13. yy’ın başında yazılmış olan ‘Rahat’üs-Sudur’undan alıntıladığı, ‘İmamın vazifesi hutbe ve dua ile meşgul olmak, padişahlığı (hakimiyeti) sultanlara havale etmek ve dünyevi saltanatı onların eline bırakmak’ biçimindeki ifadesi, hem tastamam bu durumu, hem de böyle bir meşruiyet zemini üzerine inşa edilmiş bir Örf’ün bulunduğunu gösterir.”

Şimdi cevabı bulunması gereken soru şu: Acaba Kur’an ayetlerini “Şer’î Hukuk” sahasına taalluk edenler muhkem, “Örfî Hukuk” sahasına taalluk edenler gayri muhkemdir” gibi bir ayrıma tabi tutabilir miyiz? Dahası, böyle bir ayrımı ilgili İslamî disiplinlere onaylatabilir miyiz?

Öyle anlaşılıyor ki Yavuz‘un muhakemesinde böyle bir ayrım mevcut. İslamî ilimler alanında –bildiğim kadarıyla– ihtisas sahibi olmadığı için bu subjektif kanaat, üzerinde çok fazla durulmaya değer bulunmayabilir. Ama mantukuyla olmasa bile mefhumuyla muhkem nasslar üzerinde oynanabileceğini söyleyen yukarıdaki ifadelerin sahibi olarak nasıl olup da yazının başında alıntıladığım ifadeleri kullanmıştır, işte ben de bunu anlamakta zorlanıyorum…

Yavuz‘un “‘Müellefe-i Kulub’ meselesine gelince, Sifil, ‘Hz.Ömer’in birtakım uygulamalarının bu bağlamda sık sık örnek gösterilmesi[nin]’ bir ‘istismar örneği’ olduğunu iddia ediyor. Kendisi, inşaallah dualarımızla tamamlayacağı doktora tezinde bu meseleyi ele alacağını bildirerek, niçin bir ‘istismar örneği’ olduğunu açıklamayı, tezine bıraktığı için, hangi gerekçe ile bizi eleştirdiğini öğrenme imkanından mahrum kaldık…” diye başlayıp devam eden ifadelerine gelince, 28 Şubat tarihli yazıda bu meseleye kısaca değindiğimden zamanında haberdar olmadığı izlenimini veriyor. Zira ben o yazıda meselenin ayrıntılarını tezime bırakacağımı, ancak kısaca da olsa Müellefe-i kulub meselesine değineceğimi söylemiştim ve öyle de yaptım…

Daha sonra kaleme aldığı iki yazıda Yavuz, benimle ilgili bahsi kapatıp, başka bir okuyucusunun itirazlarına değiniyor. O bahse iştirak etmeyi usulen doğru bulmadığım için bu noktada konunun bir başka veçhesine değineceğim.

İslam terakkiye Mani midir?” başlığıyla kaleme aldığı seri yazılarda, hatırlayacak olursak Yavuz, önce Ernest Renan‘ın Cemaleddin Efgânî‘ye verdiği cevapta yer alan şu ifadeleri alıntılamıştı:

“‘Ben bütün Müslümanlar cahildirler, cahil kalacaklardır, demedim. İslamiyet’in ilme büyük engeller çıkarttığını söyledim. İslamiyet’in, idaresi altında bulunan ülkelerde beş-altı asırdan beri ilmi yok ettiğini söyledim. Müslümanlar, Müslümanlığa dayanarak kalkınamazlar. Müslümanlığın zayıflaması sayesinde kalkınabilirler. İslamiyet’in ilk kurbanı Müslümanlardır. Müslüman’ı dininden kurtarmak, ona yapılabilecek en büyük iyiliktir.’”

Meseleye böyle girip, ardından “Şer’î Hukuk-Örfî Hukuk” ayrımını gündeme getirmesi, Yavuz‘un yolunun dolaylı da olsa Renan‘la kesiştiğini ortaya koymaktadır. Nitekim, “Gelgelelim, eğer mesele İslam’ın temelkoyucu Fıkıh kaynakları ile ‘ilim düşüncesi’nin bağdaştırılması ve modernliğin (dolayısıyla, ’terakki’nin) yolunun açılması ise, bunun nasıl gerçekleştirileceği üzerinde bir konsensüs mevcud değildir. Zira asıl mesele, Kur’an–ı Kerim ve Sünnet üzerinde içtihada yer olmamasıdır” demek suretiyle, “terakki” için Kur’an ve Sünnet‘in bir şekilde “by-pass” edilmesi gerektiği düşüncesini taşıdığını ihsas etmektedir. (Nitekim Örfî Hukuk meselesine bu derece “abanması” da bu düşüncenin sonucudur.) Bir başka ifadeyle Renan‘ın “dışarıdan” ulaşmak istediği neticenin, “içeriden” bir müdahaleyle gerçekleştirilebileceği kanaatindedir muhterem Hilmi Yavuz.

Bunun için de –bilahare “Kundaktaki bebek, hangi suçu işlemiştir ki, hakkında ‘ta’zir’in en son haddi olan katil cezası uygulanabilsin? (Gelecekte, suç işleme ihtimaline dayanarak katletmek ise, Kremer’in belirttiği gibi İslam’ın temel hukuk ilkelerine aykırıdır.) Dahası, II. Osman’dan itibaren kardeş katlinin ulema tarafından onaylanmadığı da görülmektedir…” demiş olsa bile– seküler bir hukuk sisteminin (Örfî Hukuk) ekser ulema (yani Şer’î hukuk) tarafından onaylandığını söylemekle yetinmektedir.

Yani demektedir ki, Şer’î Hukuk‘un temel ilkelerine aykırı olan herhangi bir uygulama, aslında –tabii ki “terakki/modernleşme” adına– Şer’î Hukuk‘a tasdik ettirilebilir!

Yorumu siz yapın…

Milli Gazete – 6 Nisan 2004