Tekfir Meselesi-1

Ebubekir Sifil[dosya], 2008, Ekim 2008, Gazete Yazıları, Tekfir

13 Temmuzda bu köşede okuduğunuz “Bazı İtikadî Meseleler-4” başlıklı yazı üzerine, adını Ebu Zahid Muhammed Tekamul olarak yazan bir muhterem zattan, “Samimi Bir Nasihat” başlıklı bir e-posta aldım. Mesajında, “Ben Türkiye’de alim bir kimse tanımıyorum bugün hayatta olan. Dikkat edin yoktur demiyorum, tanımıyorum diyorum. Ancak tanıdıklarımın içine yazılarından tanıdıklarımı da dahil ediyorum. Sizi de yazılarınızın bir kısmını okuduğumdan bunların içine dahil ettiğimi açıkça söylemekten çekinmiyorum. Her ne kadar sizin yazılarınızda başkalarına nisbetle tutarsızlık ve çelişkilerin nisbeten az olduğunu görmüş olsam da, maalesef bazı tutarsızlıkların sizin yazılarınıza da bulaşmış olduğunu müşahade ettim” diyen nasihatçime huzurunuzda bir kere daha teşekkür ediyorum. Samimi, kardeşane ve “bilinçli, tutarlı” nasihatleşme, hatta tenkit müessesesinin ihyasında Ümmet için elbette sadece hayır vardır.

Daha sonra sözü yukarıda işaret ettiğim yazıya getiren Ebu Zahid kardeşim (eğer yaşı benden büyükse bu ifademi “ağabeyim” olarak okusun), orada İbn Teymiyye’nin tekfiri sadedinde yer verdiğim şu ifademi alıntılamış: “Önceki yazılarda da belirttiğim gibi bir sözün/görüşün küfür olduğunu söylemekle sahibinin kâfir olduğunu söylemek birbirinden farklı şeylerdir.”

Bu ifadem üzerine bana sarf, nahiv, belagat gibi mebadi-i ulumu bir kere daha ve ehlinden okumamı tavsiye etmiş, “küfr” kelimesinin masdar, “kâfir” kelimesinin ise “ism-i fail” olduğunu hatırlatarak “Küfr” işleyen (yani küfr sözü söyleyen veya küfr itiqadında olan) kimseye “kafir” denmiyecek de kime kafir denecek artık!” demiş.

Son olarak da İmam el-Kevserî’ye meylim sebebiyle bana bu nasihati yaptığını söylemiş ve son bir nasihatte daha bulunmuş: “Benim size acil nasihatim, sarf, nahw, mantıq gibi mebadii ulumu ehlinden tekrar bir okuyun (tabii Turkiye’de ehlini bulabilirseniz). Hem siz vebal altında kalmayın, hem de yazılarınızı okuyup meseleleri yanlış anlıyanların vebalini yüklenmeyin.”

Bu yazı üzerine kendisine şöyle bir mail attım:

“Ve aleykumusselam ve rahmetullah.

“Müslümanların birbirlerine nasihat etmesi hem bir vazife, hem de bir haktır. Bunu kabul ve gereğince amel edenlerden hiçbir zaman gocunmadım, rahatsız olmadım. Bilakis benim bir yanlışımı tesbit edip de söyleyene dua ve teşekkür ettim. Rabbime de hamdettim ki beni o hata üzere berdevam kılmadı.

“Siz de bu tarz tesbitleriniz mevcut ise –ki öyle olduğu anlaşılıyor yazdıklarınızdan–, bunu bana bildirmenizi beklerim. Bildirin ki, hakikat ise itiraf edeyim ve aleme de ilan edeyim ki, ben şu şu konularda yanlış yapmışım. Düzeltiyor, düzeltmeme vesile olana dua ve teşekkür ediyor, ey okuyucular, sizden de özür diliyorum diyeyim.

“Küfür-kâfir meselesine gelince, iktibas ettiğiniz sözlerim, bizzat Muhammed Zâhid el-Kevserî merhumun tesbitidir. (Makâlât, “Fitenu’l-Mücessime” başlıklı makale.) Hatta bu tesbit sadece ona ait de değildir. İlgili kaynaklarda bir sözü söylemenin küfür olması ile onu söyleyenin kâfir olduğunu söylemenin birbirinden farklı şeyler olduğu açıkça belirtilir. Zira küfür sözünü söyleyen kimse olabilir ki bilahare tevbe etmiş ve son nefesini mü’min olarak vermiştir. Hatta İmam el-Gazzâlî’nin söylediklerine bakarsanız, herhangi bir tevil sebebiyle bu türlü sözler söyleyenleri dahi tekfir etmek doğru değildir.

“Bu sebeple ulema, “elfaz-ı küfür” bahsinde “Bu sözü söylemek küfürdür” der; ama onu söyleyen için “kâfir” ifadesinin kullanılmasını doğru bulmaz.

“Muhabbetle kalın, Allah’a emanet olun.

Bu mailim üzerine ikinci bir mail atan nasihatçim, bu sefer de benim İmam el-Kevserî’nin sözünü yanlış anladığımı ve tahrif ettiğimi söylemiş ve eklemiş:

“Zikrettiğiniz makalede Kewseri merhum İbni Teymiyye’nin ve Darimi’nin küfrlerinden bahsediyor ve onları açık ve seçik olarak tekfir ediyor, milletten, yani İslam milletinden, çıktıklarını söylüyor. Hatta ehl-i qıbleyi tekfir etmeyiz diyenlerin sözlerinin bunlara tatbik edilemeyeceğini sarahaten beyan ediyor. Ve hatta ondan sonra diyor ki “biz bir adamın küfrünü zikredersek bundan ancak onun milletten (yani İslam milletinden) çıkartan sözü söylediğini qasdederiz, söyleyenin kâfir olduğunu cezmetmeyiz çünki ihtimal ki tevbe etmiştir ve sonu khayrlı olmuştur (ila akhirihi).” Simdi burada açık seçik sarahaten kâfir olduğunu, İslam milletinden çıktığını söylüyor, bunun anlaşılmayacak neresi var? İslam milletinden çıkan ne olur, kâfir olur? Müslüman ile kâfir arasında üçüncü başka bir şey yokdur ki. Onun için meseleleri anlıyamıyorsunuz, bari kendi yanlış anlayışınıza göre tefsir ve tewil ile tahrif etmeyin diyorum. Hatta Kewseri merhum bundan sonra daha da ilave ediyor ve İbni Teymiyye’yi tekfir ettiğini “sonradan tevbe etmiş olma ihtimali” meselesini zikrederek teyid ediyor. Eğer İbni Teymiyye küfr itiqadı ve sözleri ile kâfir olmamış olsa, sonradan tevbeye ne hacet. Kewseri merhumun sözünden çok net bir şekilde anlaşıldığı şekilde İbni Teymiyye küfr sözü ile kâfir olmuştur ancak ihtimaldir ki sonradan bu küfründen tevbe edip tekrar iman etmiştir demektir bu söz. Çünki küfr sözünü söyleyince kâfir olmamış olsa “sonradan tevbe etmiş olması muhtemeldir” sözüne hiç hacet kalmaz…”

Gördüğünüz gibi hayli önemli bir problemle karşı karşıyayız. Devamı Cumartesi’ye inşaallah.

Milli Gazete – 13 Ekim 2008