Tahrif Olgusu

Ebubekir Sifil2005, Gazete Yazıları, Mayıs 2005

İlahiyat Fakültesi öğrencisi bir kardeşimin sorusu üzerinde duracağım bugün:

“(…) Kur’an’ın Rabbimiz tarafından korunacağı muhakkak. Bu sebeple onun muarızları hangi faaliyetlerde bulunsalar da mukaddes kitabımız kıyamete kadar baki kalacaktır. Bunda şüphe yok. Peki hocam Allah-ü Teala neden Tevrat ve İncil için de böyle bir koruma garantisi vermemiştir? Ayrıca Kur’an’da ‘Onun hükmünde bir değişiklik bulamazsın’ denirken Rabbimiz Yahudi ve Hristiyanlar’a neden kitabının tahrifi için müsaade etmiştir? Bu konuyu misyonerler sürekli gündeme getiriyorlar. Cevabınızı bekliyorum. Allah-ü Teala yar ve yardımcınız olsun…”

Yüce Allah sadece Tevrat ve İncil için değil, daha önce gönderdiği kitap ve sahifelerin hiç birisi için böyle bir garanti vermemiştir. Öyle olsaydı o kitap ve sahifelerin tamamının bugün salimen elimizde olması gerekirdi.

İlahî koruma ve tahriften masuniyet garantisinin sadece Kur’an için verilmiş olması ile Kur’an‘ın “son kitap” olması arasında kuvvetli bir ilişki vardır. Efendimiz (s.a.v)’den sonra peygamber ve Kur’an‘dan sonra kitap gelmeyecektir. Dolayısıyla Kur’an‘ın kıyamete kadar bütün insanlığa yol gösterici olma özelliğini muhafaza etmesi kaçınılmazdır.

Bu durum ile soruda işaret edilen ayet arasında herhangi bir ilişki yoktur. Zira Tevrat ve/veya İncil‘de insanlar tarafından yapılan değişiklik, hükmün nezd-i ilahîde değişmesi anlamına gelmez. Bir diğer ifadeyle Allah Teala‘nın hükmü/kelamı ile, ona delalet eden söz, yazı vb.nin değişmesi birbirinden farklı şeylerdir. İlahî hüküm/kelam bizzat değiştirilemez; ontolojik olarak bu, zaten mümkün değildir. Değiştirilen/tahrif edilen, ona delalet eden söz, yazı, cümle, ifade… vs.dir.

İslam tarihinde “Halku’l-Kur’an” meselesi dolayısıyla Abbasîler zamanında yaşanan “mihne” olayının açıklamasında Ehl-i Sünnet‘in isabetine dikkat çekmenin tam sırasıdır.

(Mihne olayı için bkz.

www.ebubekirsifil.com/index.php?sayfa=detay&tur=gazete&no=69

www.ebubekirsifil.com/index.php?sayfa=detay&tur=gazete&no=197)

Ehl-i Sünnet bu meselede Mu’tezile‘nin aksine, elimizdeki mushafın mürekkebinin, sayfalarının, harf, kelime ve cümlelerinin, yazılmasının, okunmasının, ezberlenmesinin… mahluk olduğunu söylemiştir. Mahluk olmayan, “Kelam-ı nefsî“dir; o, Allah Teala‘nın “Kelam” sıfatının gereği olarak, Zat-ı Barî ile kaimdir; ezelîdir…

Bir kısım ilahî kitapların tahrifi sadece Kur’an ile gündeme gelmiş bir husus değildir. Bu meselede Misyonerler, Kur’an‘ın nüzulünden çok daha önceleri Yahudiler tarafından dile getirilmiş iddialara cevap vermelidir:

“Bu Hıristiyanların ‘Eski Ahit’ diye isimlendirdikleri kitaptır. Fakat eğitimli Yahudiler, asla bu ismi kullanmazlar. ‘Ahit’, ‘ anlaşma’ anlamına gelen Yunanca bir sözcükten gelmektedir ve İbranice Tanah’ın Hıristiyanlarca böyle adlandırılmasının nedeni, Hıristiyanların; Allah’ın Yahudiler’le yaptığı anlaşmayı iptal edip , İsa’yı takip eden kendileriyle yeni bir anlaşma yaptığına (Yeni ahit) inanmalarıdır. Yahudiler, Allah’ın, kendilerini, sonsuz ulusu kabul ettiğini bilirler ve bunun sonsuza kadar da değişmeyeceğine inanırlar. Bu nedenle Hıristiyanların ‘eski ahit’ adlandırmasını bir hakaret olarak kabul ederler…” (http://www.sevivon.com/tarih/tbakis_no26.asp)

Hz. İsa (a.s)’ın bi’seti karşısında Yahudiler‘in küfrü ne ise, Hz. Peygamber (s.a.v)’in bi’seti karşısında Hristiyanlar‘ın küfrü de odur.

Tevrat ve İncil tahrif olduğu için Kur’an gönderilmiştir” gerçeğine itiraz eden misyonerlere sorulması gereken bir diğer soru da şudur: Tevrat tahrif edilmemişse İsa Mesih niçin gönderilmiştir? Elde mevcut sahih bir Tevrat varken İsa Mesih‘in “müjde”sinin anlamı nedir?

Bu soruya –Misyonerler tarafından– verilebilecek tek cevap vardır; o da “İbraniler’e Mektup“ta ifade edildiği üzere şudur:

“… Çünkü zayıflığı ve faydasızlığı sebebiyle evvelce olan bir emrin iptali, (çünkü şeriat hiçbir şeyi kemale erdirmedi), ve onun yerine, vasıtası ile Allah’a yaklaştığımız daha iyi bir ümidin ithali oluyor. (…) Buna göre İsa daha iyi bir ahdin kefili olmuştur… (VII, 18-20)

“Çünkü eğer o birinci ahit kusursuz olsaydı, ikinciye yer aranılmazdı…” (VIII, 8)

Buraya aldığım “şeriat“, Yahudiler‘in Hz. Musa (a.s) şeriatı olduğuna inandıkları hükümler, “birinci ahit” ise Tevrat ve diğer Yahudi kitaplarıdır (Ahd-i Atik).

Bu mektupta, buraya alamayacağım kadar uzun pasajlarda Yahudiler‘in niçin Hristiyanlığı kabul etmesi gerektiği uzun uzun izah edilmektedir. Dolayısıyla Misyonerler‘in bu bağlamda önce Tevrat hakkındaki kabullerini gözden geçirmesi gerekir.

Milli Gazete – 24 Mayıs 2005