Devlet dediğimiz aygıtın temel misyonu, ait olduğu toplumun inanç ve kültür temelinde şekillenen ihtiyaç, talep ve beklentilerini karşılamaktır. Bireysel ve toplumsal haklar ve mükellefiyetler de bu temelde anlam ve pratiğini bulur. Her millet bu vakıa temelinde siyasal örgütlenme noktasında belli bir model benimsemiş ve uygulamıştır.
İslam’ın siyasal bir sistem öngörüsü var mıdır? Bu soru modern dönemde yaygın olarak “yoktur” şeklinde cevaplandırılmış olsa da, Kur’an ve Sünnet üzerine ibtina eden ilimler ve tarihsel tecrübe bunun aksini söylemektedir.
İslam ümmetini, siyasal-toplumsal bir bütünlük içinde bir arada tutmaktan ve Müslümanların maslahatlarını gerçekleştirmekten başka bir misyonu olmayan Hilafet –yıllar yılı bu topraklarda yeni nesillere “cüzzamlı” bir kavram olarak propaganda edilmiş olsa da– İslamî ilimlerin ve tarihsel tecrübenin ortaya koyduğu en temel hakikatlerden biridir. Söz konusu propagandanın ezici etkisi altında bu Ümmet yıllar yılı, “Hristiyanları, Yahudileri, Budistleri, Hinduları… bir arda tutan merkezî yapıları var da Müslümanların neden yok?” sorusunu diline almaya dahi cesaret edemedi.
Demokrasi bir “şablon”dur. İçini siz doldurursunuz. Bu ülkede 12 Eylül anayasasına “evet” diyenlerin ne büyük bir yekün teşkil ettiği hafızalardadır. Buna mukabil, şimdilerde 12 Eylül anayasasının kökten değişmesini isteyenler çoğunluğu oluşturuyor. Bu iradenin, önümüzdeki Haziran seçimlerinde “Başkanlık sistemi”ne giden yolu açacak anayasa değişikliğine de “evet” diyeceğine kesin gözüyle bakabiliriz…
Mesele Müslümanların –en azından ekseriyetin– ortak iradesinin temsil edilip dilmediği sorusunun cevabında gizlidir. Bugün icraatlarını ve bağlantılarını ibretle müşahede ettiğimiz arızalı yapının en temel açmazı budur. Varlığını Müslümanlarla mücadeleye adamış kökü dışarıda bir yapının Müslümanları temsil ve Müslümanların maslahatlarını deruhte etme iddiası inandırıcı bulunup ciddiye alınabilir mi?
27 Nisan 2015 – Vahdet Gazetesi