Liberal Demokrat Parti Genel Başkanı Cem Toker, bir TCDD görevlisinin, “bayan yanı” olduğu gerekçesiyle bir grup gence bilet satmadığı şeklindeki haberden hareketle “Ülke yönetiminde biz söz sahibi olsaydık o memur hakkında “vatandaşın anayasal seyahat hürriyetini gasp etmekten” derhal soruşturma açardık. Siz hâlâ teokrasinin Meclis oylaması sonrası Cumhurbaşkanı’nın imzasıyla geleceğini mi sanıyorsunuz?” demiş.
Özdemir İnce Hürriyet’teki “Teokrasi Yasayla Gelmez” başlıklı köşe yazısında (28 Eylül Çarşamba), bu haberi zikrettikten sonra bunun ender rastlanan bir olay olmadığını söylüyor ve benzer hadislerin “sıklıkla” yaşandığını ispatladığı düşüncesiyle birkaç olay sıralıyor. Ardından da şunları söylüyor:
“Her gün onlarcasına tanık olduğumuz bu olaylar Cem Toker’in kaygılarında son derece haklı olduğunu gösteriyor.”
Bilkent Ü. Rektör yardımcısı Prof. Dr. Metin Heper, “Din devleti tesis etmenin, Türkiye’nin kanunlarını seküler niteliklerden uzaklaştırıp dini temele oturtmak”la mümkün olabileceğini, ancak AKP’nin Türkiye’yi “din devletine dönüştürmek” gibi bir denemesi olmadığını, bu yöndeki beklenti ve kaygıların boşa çıktığını söylemiş.
Yazısında bu ifadeleri de aktaran İnce, “Prof. Heper Nerde Yaşıyor?” diye soruyor ve “teokrasinin, yasaların değişmesiyle değil, gündelik hayatın değişmesiyle” geleceği tesbitinde bulunuyor.
Peki Türkiye’de teokrasi tehlikesi bulunduğu nereden belli?
İnce’nin cevabı: Çeşitli kurumlarda çalışan İmam Hatip ve İlahiyat mezunlarının sayısındaki “orantısız” artış! Nitekim İnce’ye göre, “Mısır’da 80’li yılların başına kadar kadınlar türban takmıyordu. Şimdi ilkokul öğrencileri bile çarşaf içinde. Aynı durum Fas, Cezayir ve Tunus için de söz konusu. Tıpkı İran’da olduğu gibi, önce toplum dindarlaşır. Gündelik hayat dinin katı kurallarının buyruğuna girer. Sonra, teokratik (dini) düzen yavaş yavaş devlet iktidarını ele geçirir ve yasaları o zaman değiştirir. Değiştirmesine bile gerek yoktur…”
Yazısının devamında şöyle buyuruyor İnce: “Çağımızın Müslümanlarına anlatılması, onaylatılması gereken ilk şey şudur: Din devlet değildir, devlet din değildir. Din toplum değildir, toplum din değildir. Din bireysel bir olgudur! Bireyi, bireyselliği esas alan günümüz bobstil demokratları, din söz konusu olunca “Din toplumsal bir olgudur, bireye indirgenemez!” diyorlar. Ulema sınıfı ilkin Şuna cevap vermeli: İnsanlar din karşısında düne göre daha özgür mü, değil mi? Kurumlaşmış, örgütlenmiş kitlesel din ile faşizm arasında kaç adım yol vardır? Öğrenci devamsızlığı ile mahalle ya da köy imamının pedagojik ilişkisi ne? Gazete ve televizyon imamları ne zaman tayin edilecek dersiniz? Ya imam edebiyat eleştirmenleri? Cevabınızı duymadım. Efendim?”
Meselenin kökenine inmeden, Özdemir İnce’nin satırlarına sinen hastalıklı algıyı anlamak mümkün değil. “Meselenin kökeni” ne? Bu ülkede yaşayan seçkinci, elitist azınlığın, bu ülkenin ve bu toplumun gerçeklerine ısrarla burun kıvıran, arka dönen, yukarıdan bakan tavrı.
Detaylı tahlili bir sonraki yazıya bırakarak burada İnce’ye bir tek soru sorayım: Farz-ı muhal, ehirlerarası bir yolculuğa tek başına çıkan eşiniz –veya varsa yetişkin kızınız, kız kardeşiniz…– sarıklı, sakallı, cübbeli bir erkekle yan yana koltuklarda oturmak durumunda kalsa ne yapardınız? Siz sindirseniz de onlar sindirebilir mi? (Esasen sarıklı, sakallı, cübbeli insanların böyle bir durumda nasıl davranacağı bellidir. Onun için “farz-ı muhal” dedim.
Devam edecek.
Milli Gazete – 1 Ekim 2011