Ölçü-2

Ebubekir Sifil2003, Gazete Yazıları, Şubat 2003

Tekfir’le ilgili olarak İmam el-Gazzâlî’nin söyledikleri şöyle devam ediyor:

“Beşinci Grup: (Nassları) açık bir şekilde tekzib etmeyen, ancak Hz. Peygamber (s.a.v)’den tevatüren malum olan Şer’î asıllardan birisini inkâr edenlerdir. Bir kimsenin, “Beş vakit namaz farz değildir” demesi, kendisine Kur’an ve hadisler okunduğu zaman, “Bunun Hz. Peygamber (s.a.v)’den sadır olup olmadığını bilmiyorum; belki de hata ve tahriftir” demesi, keza bir kimsenin, “Ben Hacc’ın farziyetini itiraf ediyorum; fakat Mekke’nin ve Kâbe’nin nerede olduğunu ve insanların namazda yöneldikleri ve haccettikleri beldenin, Hz. Peygamber (s.a.v)’in haccettiği ve Kur’an’ın tavsif buyurduğu belde olup olmadığını bilmiyorum” demesi böyledir. Bu kimsenin de küfrüne hükmedilmesi gerekir. Çünkü o, (aslında nassları) tekzip etmekte, ancak bunu açıkça söylemekten kaçınmaktadır. Yoksa mütevatir tariklerle sabit olan hususların anlaşılmasında avam ve havass müşterektir.

“Bu kimsenin söylediğinin batıllığı, Mu’tezile mezhebinin batıllığı gibi değildir. Zira Mu’tezile’nin kabul etmediği mütevatir hususların idraki, araştırma ve basiret ehli kimselere mahsustur. Şu kadar var ki, söz konusu şahıs eğer yeni Müslüman olmuş ve bu sebeple bu (kabul etmediği) hususlar onun nezdinde henüz tevatüren sabit olmamış ise, kendisine, bu konulardaki tevatür, nazarında sübut bulana kadar mühlet verilir. Biz böyle kişiyi, tevatürle malum olan bir hususu inkâr ettiği gerekçesiyle tekfir etmeyiz.

“Eğer bir kimse, Hz. Peygamber (s.a.v)’in gazvelerinden birisini veya Hz. Ömer (r.a)’in kızı Hz. Hafsa (r.anha) ile evlendiğini, yahut Hz. Ebu Bekr (r.a)’in varlığını ve hilafetini inkâr ederse, bu sebeple tekfir edilmesi gerekmez. Çünkü bu, Din’in asıllarından olup, tasdik edilmesi gereken herhangi bir aslı tekzip değildir. Ancak hacc, namaz ve İslam’ın (diğer) rükünleri böyle değildir. (…)

“Altıncı Grup: (Nassları) açıkça tekzip etmeyen ve Din’in asıllarıyla ilgili tevatüren malum olan bir hususu yalanlamayan, ancak sıhhati sadece İcma ile bilinen bir hususu inkâr edenler. (…) Ben bu konuda hemen hüküm verilmemesi gerektiğini düşünüyorum. Zira İcma’ın hüccet olduğu konusunda birçok problem mevcuttur ve bunlar, neredeyse İcma ile sabit olan hususları inkâr eden kişiye özür teşkil edebilecek durumdadır. Ancak bu kapı bir kere açılacak olursa, birçok çirkin durumlara yol açar. Mesela bir kimse, “Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v)’den sonra bir resul gönderilmesi caizdir” diyecek olursa, bu kimsenin tekfirinde tevakkuf etmek normal karşılanamaz. Böyle bir hususun imkânsızlığının dayanağı, araştırıldığında kaçınılmaz olarak İcma’dan istinat bulacaktır. Zira akıl, Hz. Peygamber (s.a.v)’den sonra bir resulün gönderilmesini imkânsız bulmaz. Hz. Peygamber (s.a.v)’den nakledilen, “Benden sonra nebi yoktur” sözü ve Yüce Allah’ın Hz. Peygamber (s.a.v) hakkında “Nebilerin sonuncusu” buyurmuş olması, bu görüş sahibini tevilden aciz bırakmaz. Bu gibi ayet ve hadisler karşısında o kişi şöyle diyecektir: “Bu ayetteki “nebiler” ifadesinden kasıt, resuller içinde ulul azm olanlardır.” Buna karşı, “Buradaki “nebiler” kelimesi umum ifade eder” denirse, o da “umum ifadenin tahsisi”ni gündeme getirir. Keza bu kimse, Hz. Peygamber (s.a.v)’in “Benden sonra nebi yoktur” sözü ile kastedilenin de “resuller” olmadığını, “nebi” ile “resul” arasında fark olduğunu söyleyecek, “nebi”nin mertebe olarak “resul”den daha yüksek olduğunu söyleyecek ve buna benzer hezeyanlar ileri sürecektir…”

(Devam edecek)

Milli Gazete – 8 Şubat 2003