“Nüzul-i İsa (as)”a Dair Üç Kitap

Ebubekir Sifil[dosya], 2004, Gazete Yazıları, Nüzûl-i İsâ, Ocak 2004

Bu mesele niçin önemli? Bunun birkaç cevabı var.

  1. Vahyî hakikatlerin “çağdaş” bakış açıları istikametinde ilmîlik kisvesine büründürülmüş “bana göre”lerle sulandırılmaya çalışıldığı bir dönemde itikadın bir bütün olarak muhafazası için.

Batıdan ithal edilmiş “okuma” ve yorum yöntemlerinin etkisiyle İslam‘ın temel kaynakları hakkında en “uçuk” fikirlerin ortalıkta serbestçe dolaştığı böyle bir ortamda hangi gerekçelere dayandırılırsa dayandırılsın, “sem’iyyat” üzerine kurulu itikad sistemi bir bütündür ve bu sahada ancak sem’î delillerle konuşulabilir. “Nüzul-i İsa (a.s)” hakkında delalet ve sübut bakımından “kesinlik arz eden sem’î delil“e dayanmayan her türlü aykırı yorum ve kanaat merduttur ve ortada böyle bir sem’î delil de yoktur.

  1. Medyatik tartışma platformlarının, manipülasyona dönük bir yüzü olduğu ve özellikle son yıllarda İslamî kabullerin toplum bilincindeki yerinin sarsılmasına hizmet ettiği gerçeğinden hareketle rahatça söyleyebiliriz ki, “Nüzul-i İsa (a.s)” meselesinin sık sık gündeme getirilmesinden ve tartışılmasından elde edilen netice, “tevatür” olgusunun da “tartışılabilirler” kategorisine sokulmasıdır. İslamî bilgi kaynaklarının vazgeçilmezlerinden olan “tevatür“ün böylesi bir fluluğa büründürülmesi operasyonu sonucunda Sünnet ve hatta Kur’an bilincinin yara almaması düşünülemez.
  2. Günümüzde özellikle bir kısım akademik çevrelerde yaygınlaştığı görülen modernist yaklaşımın temel karakteri, herhangi bir hususun “İslamî” olup olmadığını belirleyen ölçütlerin tartışılmasına yönelmiş olmasıdır. Her kadar bu yapılırken ortaya konmuş özgün bir bilgi felsefesinden ve sistemden bahsetmek mümkün değilse de, yapılanların, bütün eksiklik ve yetersizliklerine rağmen sokaktaki insanın kafasını karıştırmak için yeterli olduğu da gözden uzak tutulmamalıdır. Söz gelimi “eğer Hz. İsa yaşıyorsa nerededir, ne yer, nasıl barınır?” gibi –İslamî bilgi ve inanç sistemi bakımından– hiçbir değeri olmayan absürt bir soru bile halkın bazı kesimlerinin “acaba” demesine yetmektedir.

Nüzul-i İsa (a.s)” hakkında Arapça‘da birçok müstakil çalışma bulunduğunu biliyoruz. Ancak meselenin, Arapça bilmeyenlere yönelik olarak da doyurucu bir şekilde işlenmesine ihtiyaç bulunduğunu fark edenler oldu çok şükür.

Beyan dergisinin Haziran 2003 sayısında okuyucusuna hediye ettiği Hz. İsa’nın (a.s) Gelişi adlı kitapçık sanıyorum bu alanda yapılan müstakil çalışmaların ilklerinden.

Harun Yahya‘nın kaleminden çıkan Hazreti İsa’nın Geliş Alametleri ise (birinci baskı, Aralık-2003) çok daha geniş kapsamlı bir çalışma. Ekim 2003’te neşrettiği Hazreti İsa Gelecek isimli kitabın birkaç katı hacminde genişletilmiş versiyonu olarak nitelendirebileceğimiz bu çalışma, Temmuz 2003’te yayımladığı Mesih Müjdesi‘nin ardından konuyu adeta taçlandırmış. Hz. İsa (a.s)’ın ref’ ve nüzulüyle ilgili ayet ve hadisler yanında pek çok alimin eserinden hatta Kitab-ı Mukaddes‘ten istifade edilerek hazırlandığı görülen bu kitaplar, Harun Yahya‘nın diğer eserlerinde olduğu gibi görsel bakımından da oldukça ilgi çekici.

Bu mesele açılmışken, Harun Yahya‘nın çalışmalarında da kendisine atıf yapıldığı görülen –ve bu köşede daha önce söz konusu ettiğim– Kelde b. Zeyd ve Esme’l-Mesâlik adlı kitap hakkında şu ana kadar tatmin edici bir açıklamaya ulaşamadığımı belirtmeden geçemeyeceğim. Konuyla ilgilenen ve bazı dokümanlara ulaşmamı sağlayan kardeşlerime buradan teşekkür ediyorum.

Ancak elde edebildiğim hiçbir çalışma bu şahıs ve bu eser hakkında doğrudan malumat vermiyor. Muhterem Harun Yahya‘nın eserlerini bana ulaştıran kaynak, Süleymaniye kütüphanesinde aylar süren geniş çaplı bir araştırma yapıldığını ve fakat bu konuda herhangi bir veriye ulaşılamadığını söylemişti.

Bu köşede bu mesele üzerine yazdıklarım, bazı okuyucularda “hadisi inkâr ettiğim” gibi bir kanaat uyanmasına yol açmış gibi görünüyor. Oysa beklerdim ki beni –dolaylı olarak da olsa– “hadis inkârcılığı” ile itham edenler ortaya Kelde b. Zeyd ve Esme’l-Mesâlik hakkında elle tutulur bir şeyler koysun. Hadis ve Sünnet‘e yaptığım onca vurgunun görmezden gelinmesi çok önemli değil; Efendimiz (s.a.v)’e söylemediği bir şeyin isnat edilmesine sessiz kalmış durumuna düşmeye tahammül edemem. Bu hassasiyetin anlaşılmayacak bir yanı bulunduğunu düşünmüyor, aynı tavrı o kardeşlerimden beklediğimi de vurgulamak istiyorum.

Milli Gazete – 31 Ocak 2004