Kur’an ve Sünnet üzerinde yeni yorumlar yapılması gerektiğini söylemenin, Fıkh’ın beşerîliğini savunmanın, yeni içtihad çağrısı yapmanın, bunlara karşı çıkılmasını da “tehlikeli ideoloji”, “taassup”… gibi kelimelerle olumsuzlamaya çalışmanın ne anlama geldiğini, neyi hedeflediğini, hangi ihtiyaçlar doğrultusunda ve hangi ruh halinin neticesi olarak kotarılıp gündeme getirildiğini tartışmadan olup-biteni anlamlandırmaya çalışmak beyhudedir.
İçinden geldiği, kendisini var eden yapıyı kundaklamakta, bunu yaparken de içinden geldiği yapıyla hiçbir aidiyet ilişkisi bulunmayan bir jargonu sahiplenip kullanmakta sakınca görmeyen bu kayma, kırılma, evrilme, dönüşme halini, İslam dünyasının –ve tabii Türkiye’nin– içinden geçmekte olduğu “küreselleş-tiril-me süreci”nden bağımsız görmek ve göstermek mümkün değil.
Gözümüzün önünde cereyan etmekte olan bu başkalaşım, “post modern tarz”ın tipik özelliklerini hemen tamamıyla bünyesinde barındırıyor: Toptancı ve dayatmacı olmayan, yumuşak ve aşamalı… Bu sebeple kitle, gidişattaki garabeti, garabet olarak, tepki gösterilmesi gereken bir “kopuş” olarak görmüyor; bunun tamamen “yerli” ve “bize ait” dinamikler üzerine kurulu, devamlılık arz eden bir hareket olduğunu düşünmeye devam ediyor.
Bu sebeple bu sürecin Bediüzzaman merhumla ve onun çizgisini devam ettiren Nurculuk’la bir ilişkisinin bulunmadığını söylemek insaf ve hakkaniyet gereğidir. Zira onun, her türlü olumsuz şartın rağmına bayraklaştırdığı “izzetli duruş”, kendisini ona izafetle ifade edenlerin içeride de dışarıda da sahiplenmesi, hakkıyla temsil etmesi ve gelecek nesillere hassasiyetle aktarması gereken mukaddes bir emanet iken, gördüğümüz, bunun hayli uzağında cereyan eden bir savruluştan başka bir şey değil. “Küreselleşme sürecine katılmanın bedeli” mi dersiniz, “win-win” siyaseti mi, yoksa daha başta tesbitlerde mi bulunursunuz bilemem. Bildiğim, bu çizginin, Bediüzzaman merhumla ilişkisinin giderek mahiyet değiştirdiği, zayıfladığı. “Ne önemi var?” diyebilecekler için söyleyeyim: Yaşananları Bediüzzaman ekseninde değerlendirmek, meseleyi Ehl-i Sünnet zeminde konuşmak anlamına geliyor. Böyle olmasaydı bu meseleyi konuşmaya değer bulmazdım.
Söz buraya gelmişken “gencadam.net”in editörlüğünü yapan cengâverin giriştiği gayretkeşliğe değinmeden geçmek olmaz.
Bu arkadaştan, meseleyi benim gördüğüm pencereden görmesini ve ifade ettiğim hususları ilk anda kavramasını beklemiyorum elbette. Ama omuzlamaya çabaladığı yükün altında ezilmemek için tek başına “cemaat hassasiyeti”nin yeterli olmadığını; bilgi birikimi, muhakeme kabiliyeti, kavrama ve ifade etme yetisi, mantık örgüsü ve tutarlılık gibi “olmazsa olmaz”lara sahip bulunmadan, yaptığı işin “boşa terlemek”ten ibaret kalacağını kendisine hatırlatmak isterim.
Gerekirse Türkçe bilen birilerine gidip düzgün cümle nasıl kurulur öğrenmeden, bir yazının, hele de bu bir “eleştiri”! ise, ciddiye alınabilmesi için hangi özelliklere sahip bulunması gerektiğini tahsil etmeden ve bütün bu aşamaları başarıyla geçebilirse, bana “cevap” diye yazdığı yazıyı yeniden gözden geçirip adam etmeden kendisine cevap vermekle iştigali zait addedeceğim.
Milli Gazete – 15 Temmuz 2007