Muhatabına Mahsustur

Ebubekir Sifil2007, Gazete Yazıları, Temmuz 2007

Sen ey

Yaşamak diye rüzgâr ne yana esse o yana savrulanların, hayata esir kampında merhaba diyen çocukları söz dinlemenin erdemini anlatarak büyütenlerin, iblise yaranmak için kendi hayatını tahrif edenlerin ruhuna sinen zillet;

Dinle!

Kadim hikâyesi bu ikimizin.

Ki devran dönenden beri tanırız birbirimizi…

Sen ki,

Vefanın, merhametin, sevginin, fedakârlığın, hasbiliğin, harbiliğin, civanmertliğin, tevazunun, cesaretin, emanetin, istikametin ve izzetin dünyasından tard edilmişlerin,

Sen ki,

Canilerin, sinsilerin, hilebazların, korkakların, ikiyüzlülerin, harislerin, hasislerin, hesapçıların, hidayeti kararmışların, işbilirlerin, içten pazarlıklıların, tufeylilerin, ar damarı çatlamışların, köle doğmuşların ve hep öyle kalmaya azm-u cezm-u kasd-u musammem eylemişlerin ve rezillerin ve zelillerin dünyasına öyle adlar yakıştıransın kim, ürperir hicabından arz-u sema sadece gül kızarmaz, bilmezsin, kim titremez kendi elleriyle kendine put yapıp, sonra da önünde secdeye kapanandan?

Sen ki,

Ne müstekbir oldun, ne mustaz’af olduğunu bildin, mustaz’aflara arka çıktın. İçinde büyüttüğün vehen canavarıyken, içtikçe yandığın, yandıkça içtiğin hamîm, yaşadığın, sanal ve çalıntı bir hayat oldu hep. Farklı sustun, yad konuştun. Şişineceğin varidatın da olmadı, çocuklarına bırakacağın bir damla gözyaşın da; ne de kimseye beş paralık menfaatin dokundu. Lütufkâr gardiyanlarına hamdederek kıvrıldığın kuytunda ısmarlama yaşadın kutsadığın korkularınla.

Sen ki,

Yeryüzüne Peygamber bezdirenlerden miras kalan bukağıyla yürüdüğün yolun her kıvrımında, helak olmuşların iniltisini gördün, kararmış bedenleri duydun; üstüne alınmadın; eğilip kalbine kulak verme şansın olmadı. Öyledir.

Sahiden hiç işin olmadı mı Gazze’yle, Grozni’yle? Ya Kabil’den böyle ıraman kabil-i izah mıdır? Ya Bağdat? Ya Basra? Ya Busra? Ya Bursa?

Ya İstanbul? Kimin hakkına düşer yeryüzünün dürr-i yektası; kimin payındadır dünyanın payitahtı? Kimin umurundadır?

Ve Anadolu! Sussam içime düşer yalım ateşler, konuşsam dilime… Burası büyük “ah”ların yeridir… Ya senin yerin?

Sen ki,

Ne hak demeyi bıraktın, ne hakkı zayetmeyi.

Ne de hakka girmeyi hak sayanlara hak vermekten vaz geçtin.

Sözlerin Musa’ya, “Rabbena’tmis alâ emvâlihim…”,

Düşüncen Nuh’a, “Rabbi lâ tezer ale’l-ard…” dedirtenlerin creationundan,

Giysilerin gibi, yeni tarzın gibi, binyıllardır berabermişsiniz gibi…

Ve sen ki,

Bedel sözcüğünü sevmeyişin, bilirim, ööözgüüür iradenle seçtiğin zincirlerdendir. Gittiğini ve götürdüğünü kurutan bir lanete, Firavun’u bile şaşırtan bir sadakatle tutkunken beni anlamanı beklemiyorum.

Unutma ki,

“Ve yemkurûne ve yemkurullâh…”

Ve bil ki, söylenmemiş sözün kalmadığı zamanın bu son kertesinde sen ağladığında benden, ben güldüğümde senden gayrı paylaşan olmayacak. Bu yüzden seni sevmiyorum demiyorum; bizi birbirimize yazan var.

Bu yüzden kırgın da değilim sana, kızgın da.

Sadece mahzunum senin adına.

Bu yüzden,

Hayır,

Sigaraya başlamadım.

Milli Gazete – 28 Temmuz 2007