Muhammed Avvâme Hoca

Ebubekir Sifil2009, Ekim 2009, Gazete Yazıları

Dâru’l-Hikme’nin yeni mekânı, mübarek bir toplantı ile kapılarını gönül dostlarına açtı. Geçtiğimiz Cumartesi günü, muhterem Muhammed Emin Er hoca (Allah kendisine sıhhatli uzun ömür versin), zamanımızın Hadis allamesi Muhammed Avvâme hoca ve Pakistan/Karaçi Dâru’l-Ulûm’dan müftü Abdurraûf hocanın teşrifiyle yeni salonumuzda rabbanî bir hava esti. Yeni sezona yeni yerimizde önemli bir yenilikle merhaba demiş olduk.

Davetlilerin hemen tamamı Arapça bildiğinden, Muhammed Avvâme hocanın konuşmasının tercüme edilmesine gerek kalmadı. Muhammed Emin Er hocanın konuşmasını saymazsak –ki onun da belli bir kısmı Arapçaydı tabii olarak–, baştan sona Arapça icra edilen programda önce Avvâme hoca  fetva müessesesinin hassasiyetinden bahsetti. Fetva vermek durumunda bulunan insanların sadece ilmî birikim sahibi olmalarının yetmeyeceğini, bunun yanında “firaset”in de gerekli olduğunu ve fetvada kesinlikle acele davranılmaması gerektiğini, Ayasofya camii ziyaretinde edindiği izlenimden yola çıkarak çarpıcı örneklerle anlattı.

Konuşmasının ardından soru-cevap kısmına geçildi. Ağırlıklı olarak Sünnet/Hadis konusunda sorulan sorulara verdiği cevaplarla Avvâme hoca 1,5-2 saate yakın konuştu. Ardından Muhammed Emin Er hoca bir konuşma yaptı. Ve nihayet Müftü Abdurraûf hocanın kısa selamlama konuşmasından sonra program sona erdi. Program sırasında ve sonrasında kalplerde oluşan itmi’nanı yüzlerden okuyabilirdiniz…

Programın katılımcıların umumuna açık kısmı bittikten sonra kütüphane kısmında daha özel bir sohbet yaptık. Sadece Dâru’l-Hikme ekibiyle dışarıdan birkaç misafirin bulunduğu bu sohbette hocayla biraz daha yakından hasbi hal etme imkânı bulduk.

Fazla söze hacet yok. Hocası allame Abdülfettâh Ebû Gudde merhumu görenler bilir; simasında hem dirayeti, hem vukufiyeti, hem tevazuu, hem de celadeti aynı anda görebilirdiniz. Bu durum aynıyla Avvâme hocaya da intikal etmiş. Aynı anda hem sözlerinden hem ahvalinden etkileniyorsunuz.

Sorulardan birisi Mustafa Sabri Efendi ile Muammed Zâhid el-Kevserî (Allah her ikisine de gani gani rahmet eylesin) hakkındaydı. Bu soruya cevap olarak “Benim gibi birisi onlar hakkında söz söylemek durumunda değildir” dedi.

Bununla bağlantılı olarak kendisine, Zâhid Efendi merhumun çok yönlü bir alim olduğunu herkesin itiraf ettiğini, onun bilhassa muhaddis yanının pek çok talebesine ve bu arada kendisine de intikal ettiğini vurgulayarak, merhumun Kelamcı yanının kime intikal ettiğini sordum. Bu soruya, onun kelamcı yanını temsil eden bir talebesini bilmediğini söyleyerek mukabelede bulundu. Üzerinde ciddiyetle düşünülmesi gereken bir durum…

Muhammed Avvâme hocayla yaptığımız bu programın ses kayıtlarını deşifre ederek Rıhle’de yayımlayacağız inşaallah.

Dâru’l-Hikme’nin –ilmî birikim anlamında– ülkemizi İslam alemine, İslam alemini de ülkemize taşıma misyonunun ilk adımıydı bu. İnşaallah devamı da gelecek.

Dün de Avvâme hoca, Ali Emiri Efendi Kültür Merkezi’nde umuma açık bir konferans verdi. Kısmet olursa o konferanstan yansıyanları bir başka yazıda söz konusu ederiz.

Böyle insanlar kolay yetişmiyor. Onlardan mümkün olduğunca fazla istifade etmek, hem ilimlerinden hem de “hal”lerinden müstefid olmak şu fani hayatta ender elde edilebilecek ganimetlerden. Fırsatı ganimet bilmek gerek…

Milli Gazete – 19 Ekim 2009