Fıkıh’la, daha doğrusu Kur’an ve Sünnet’le problem yaşayanların her fırsatta gündeme getirdiği bir mevzu: Kölelik ve özellikle de cariyelik.
Kölelik ve cariyelik statüsünün, devr-i saadette uluslar arası ilişkilerde cari olduğu malumdur. Temel kaynağı savaş olan bu statünün, İslam tarafından kökü kazınmamış ise de, hayli iyileştirildiği de bilinmektedir. “İslam faizin kökünü kazıdığı gibi köleliğin kökünü de kazımalıydı” diye düşünenler, savaş ortamının cari olduğu dönemlerde hem mütekabiliyet ilkesini, hem de esirlere yapılacak muamele meselesini atlamaktadırlar.
Karşı taraf sizden aldığı esirleri öldürecek yahut köleleştirecek, ama siz, aldığınız esirleri ya serbest bırakarak düşmanın daha da güçlenmesine katkıda bulunmuş, ya da hepsini öldürerek onlar gibi “kan dökücü”lük yapmış olacaksınız. Oysa bu seçeneklerin hiç birisi akla ve hikmete uygun değildir.
“Köle” ve “cariye” kelimelerinin, hususen Batı’daki uygulamaların etkisiyle zihinlerde olumlu çağrışımlar yapmadığı açık. Özellikle “özgürlük” mefhumunun her şeyin temeline yerleştirildiği modern düşünme ve algılama tarzında bu durum hayli baskındır. Konuyla –ideolojik saplantılarının dürtüsüyle değil, gerçek bir ilmî tarafsızlık ve insaf ölçüleri içinde– ilgilenenler hiç olmazsa müsteşrik Juynboll’ün İslam Ansiklopedisi’ne yazdığı “ABD” maddesini mütalaa etmelidir.[1]İA, I, 110 vd. Görünen o ki, modern zamanlarda “özgürlük” adı altında şu veya bu formatta yaşanan kölelik gözlerimizi o ölçüde kamaştırmıştır ki, İslam’da “kölelik” başlığı altında önümüzde duran nassları da uygulamayı da olduğu gibi görmemiz bir türlü mümkün olamıyor.
İslam’da savaş esiri olarak alınan kadınların (cariyelerin) istifraş edilmesi ile Amerikan askerlerinin Irak’ta Müslüman kadın ve kızlara zorla tecavüz etmesi arasında paralellik kurmak, cariyelik hakkındaki bilgi eksikliğinden veya “kirliliğinden” kaynaklanan bir yanlış.
Herşeyden önce savaşta esir alınan kadınlarla her isteyen istediği biçimde ilişki kuramaz. Köle ve cariyeler “teserri akdi” denen bir akitle gaziler arasında –diğer ganimetler gibi– taksim edilir. Bu andan itibaren belli bir “hukukî” statüye kavuşan köle ve cariyeler için birtakım hak ve sorumluluklar söz konusu olacaktır. Bu noktada –ne hikmetse– genellikle “hak”lar unutulur da, hep “sorumluluklar” gündeme getirilir. Oysa merhum Ahmet Cevdet Paşa’nın dediği gibi “İslam’da köle almak, köle olmak demektir.” Yani onlara karşı sorumluluklarınız o kadar ağırdır ki, hukukî olarak onlar sizin kölenizdir; pratikte ise siz onların kölesi olursunuz. Juynboll’ün yukarıda andığım çalışmada yine kendisi gibi müsteşriklerin gözlemlerinden aktardığı tesbitler bu söylediğimin en çarpıcı şahitleridir.
Konunun bir gazete yazısının kaldıramayacağı kadar önemli boyutları olmakla birlikte, genellikle cariyelik konusunda zihinlere takılan iki hususa kısaca değinelim:
- Cariyelerin örtünmesi: Hür kadınlarla karıştırılmamaları için asr-ı saadetten itibaren cariyelerin hür kadınlar gibi giyinmemesi esası getirilmiştir. Genellikle olgunluk çağına gelmeden azat edilen cariyeler, bir nevi “hizmetçi” olarak efendilerinin ev içindeki ve dışındaki işlerini deruhte etmeleri dolayısıyla, yani sosyal zaruret sebebiyle hür kadınlar gibi giyinmekten men edilmişlerdir. Dönemin sosyal ve hukukî şartlarını dikkate alarak düşündüğümüzde, cariyelerin hür kadınlarla karıştırılmaları durumunda ortaya çıkabilecek sakıncaları kestirmek zor olmayacaktır.
- Cariyelerle ilişki: Şunu hemen belirtelim ki, “cariye” dendiğinde, kaba tabiriyle “kapatma” anlaşılmamalıdır. Cariyenin, efendisiyle ya da bir başkasıyla rast gele ilişki kurması söz konusu değildir. Esasen cariye ile istifraş (cinsel ilişki bağı) için onun bekâr ve Ehl-i Kitap olması gerekir. Bunu yapmayan efendinin onu ya başkasıyla evlendirmesi veya azat etmesi gerekir. Onun bir hukukî statüsü ve belli hakları olduğu hatırdan çıkarılmamalıdır. Efendisinden çocuk doğurduğunda özgürlüğüne kavuşur mesela. Yahut efendisiyle belli şartlar doğrultusunda azat edilme anlaşması yapar. Başka seçenekler de söz konusudur…
İslam’ın “köle azadı” için getirdiği teşvikler de bütün bunlara eklendiğinde İslam’da niçin Batı’daki –özellikle Amerika’daki– gibi insanlık trajedilerine rastlanmadığı daha kolay anlaşılır.[2]Konuyla ilgili olarak bkz. http://www.ebubekirsifil.com/index.php?sayfa=detay&tur=dergi&no=94 ; http://www.ebubekirsifil.com/index.php?sayfa=detay&tur=dergi&no=96
Milli Gazete – 13 Eylül 2008