Kolaylaştırılmış Fıkıh Üzerine-4

Ebubekir Sifil2008, Gazete Yazıları, Şubat 2008

Gayrimüslim ülkelerde yaşan ve İslam’ı sonradan kabul eden insanların durumu konusunda belli kolaylıkların gösterileceği konusu izahtan varestedir. Özellikle İslam’a kısa bir süre önce girmiş olanların, bu yeni kimliklerini tam anlamıyla benimseyip içselleştirene kadar kimi hususlarda intibak problemi yaşayacağı tabiidir.

Ancak ne bu durum, ne de oralara göçmen olarak gitmiş bulunan Müslümanlar, yaşadıkları ortamı ve şartları İslamîleştirmenin yollarını aramayı birincil hedef haline getirmekten azade tutulması söz konusu değildir. Dikkat edilmesi gereken husus şu ki, onlara yönelik fıkhî çalışmalar, onlara “kolaylık sağlama” amacına inhisar ederse, bir süre sonra “olanı meşru kabul etmek” gibi bir tehlike gündeme gelecektir.

Öte yandan kolaylaştırma söylemini temellendirmek için verilen örneklere yakından bakıldığında görüyoruz ki, aslında bir “değişim” bulunduğu vakıa; ama bu değişimin yönünün mutlak anlamda “kolaylaştırma”ya dönük olduğunu söylemek hayli zor.

Ömer b. Abdilazîz’in Medine emiriyken tek şahit ve yemin ile yetinerek hüküm verdiği halde,  bilahare Şam’da tek kişinin şahitliğini yeterli görmemesi ve iki şahit istemesi “değişim”e örnek olarak gösterilir.

Bir diğer örnek İmam Ebû Hanîfe’nin, mestûr’un[1]Zahiren adalet sahibi olarak görünmekle birlikte bu vasfı güvenilir kimseler tarafından tescil edilmemiş, ama güvenilmez olduğu da söylenmemiş kişi. şahitliğini kabul etmesi, buna mukabil, İmameyn’in, şahitlik yapacak kimseler için adalet sahibi olduklarının –bir anlamda– belgelenmesini şart koşması bir diğer örnektir.

Bunlar ve benzeri örnekler, kolaylaştırma” anlayışı üzerine kurulmak istenen Azınlıklar Fıkhı meselesinde ” farklı hareket etmenin meşriyeti, hatta “gerekliliği” tezine dayanak olarak ileri sürülüyor. Oysa görüldüğü gibi zaman değiştikçe ve insanların hali bozuldukça yapılması gereken, özellikle kul hukukunu ilgilendiren hususlarda ihtiyatı elden bırakmamaktır.

Meselenin kırılma noktalarından birisini, gayrimüslim ülkelerde azınlık durumunda yaşayan Müslümanların gayrimüslimlerle ilişkisi oluşturuyor. Yusuf el-Karadâvî, gayrimüslim ülkede yaşayan evli bir kadının Müslüman olması halinde eşinden ayrılıp ayrılmaması meselesi üzerinde dururken, İbnu’l-Kayyım’dan naklen bu mesele hakkında 9 görüş bulunduğunu söylüyor. Bunlar arasından bugün için esas alınmasını önerdiği, daha do3rusu meylettiği görüş şu: Kadın, kocasının yanında kalma hakkına sahiptir. Ancak aralarında, eşler arasında cereyan eden muaşeret olmamalıdır. İbn Teymiyye ve İbnu’l-Kayyım da bu görüşü tercih etmiştir.

Burada “kolaylaştırma” ilkesine riayetle varılan bir sonuç var ve bunun tek tek farklı örneklerde nemlere yol açacağını önceden kestirmek mümkün değil.

Dolayısıyla görüşler arasında tercih yaparken öncelikle delillerine bakılmalı, arkasından da, uygulamaya konması halinde ne gibi sonuçlara yol açacağı üzerinde iyice düşünülmeli.

el-Karadâvî’nin, meseleyi –kendi ifadesiyle– “mezheplerin zındanından” kurtulup İslam’ın genişliğinde değerlendirme tavrı ilk bakışta bazı kesim ve kimselere cazibedar gibi görünse de, mezhepler hakkındaki bu tesbitin, sonuçta el-Karadâvî’nin mezhebi için de geçerli olması gerektiğini hatırdan çıkarmamak durumundayız.

Sırası düştüğünde bu önemli meseleye tekrar döneceğimizi belirterek şimdilik bu kadarla yetinelim.

Milli Gazete – 4 Şubat 2008

Kaynakça/Dipnot

Kaynakça/Dipnot
1 Zahiren adalet sahibi olarak görünmekle birlikte bu vasfı güvenilir kimseler tarafından tescil edilmemiş, ama güvenilmez olduğu da söylenmemiş kişi.