Koca Dayağı-1

Ebubekir Sifil2008, Gazete Yazıları, Kasım 2008

Tekfir meselesini seri yazı halinde işlediğim günlerde Zaman’dan Ahmet Kurucan vasıtasıyla Fethullah Gülen hocaefendinin yeni içtihadından haberdar olduk. Devam etmekte olan seri yazıyı yarıda bırakmak doğru olmayacağı için sıcağı sıcağına bu içtihad üzerinde duramamıştım. Belki gündemden düştü, belki konuşulmaya devam ediyor, orasını bilemem; ama benim için mesele, görmezden gelinemeyecek kadar önemli.

Bu yeni içtihadı önemli kılan, “miadı dolmuş bir hükmün, yenisiyle değiştirilmesi” anlamı taşıyor olması değil elbette. Asıl önemli nokta, nassla sabit bir hükmün, “zamanın gerekleri/anlayışı” ile ta’lil edilerek yürürlükten kaldırılmasıdır.

Batılı değerler üzerine ikame edilmiş hakim söylemin argümanları karşısında “koca dayağı” gibi, “aile içi şiddet” gibi “çağ dışı” bir uygulamayı savunmak akıl kârı mıdır, bilemem, ama bildiğim birşey var: İslam’da ahkâmın ve içtihadın “kendine mahsus” bir mantığı vardır ve o mantık içinde hareket etmek gerekir.

Batı kaynaklı hakim değer yargılarını ahkâma medar yaparsanız, içtihad mekanizmasını, “koca dayağı”nı nesh etmekle sınırlandıramazsınız. Zamana/çağa uymadığı düşünülen ne varsa bu değişimden payını alacaktır kaçınılmaz olarak. “Din’de reform, Din’in modernizasyonu, dini anlayışın revize edilmesi”… gibi tabirlerle ifade edilen durum da bundan başkası değildir zaten.

İşin endişe verici boyutu burası. Elbette dayağı bir hayat tarzı haline getirmiş, eşini ve çocuklarını her fırsatta hırpalayan, kırıp geçiren kocaları savunmak gibi bir garabetin içinde olmamız söz konusu değil. Bu, düpedüz “zulme ortak olmak”tır. Ama Hocaefendi’nin içtihadının –en azından Kurucan’ın naklettiği kadarıyla– böyle kocalarla sınırlı olmadığı görülüyor.

Bilindiği gibi ahkâm illetler üzerine deveran eder. İllet varsa hüküm vardır, illet yoksa hüküm kalkar. Kur’an, –Elmalılı merhumun meallendirmesiyle– “serkeşliklerinden endişe ettiğiniz kadınlara gelince: evvelâ kendilerine nasihat edin, sonra yattıkları yerde mehcur bırakın, yine dinlemezlerse dövün, dinledikleri halde incitmeye bahane aramayın” buyuruyor.”[1]4/en-Nisâ, 34.

Burada illet, kadının serkeşlik etmesi, yani –yine Elmalılı’nın ifadesiyle–, “kafa tutup, isyankâr bir vaziyet alması”dır. Bu illet mevcut olduğu zaman hüküm de mevcut olacaktır.

Peki bu hüküm Efendimiz (s.a.v) ve Sahabe tarafından uygulanmış mıdır?

Bu sorunun cevabı yine “illet”te gizli. Efendimiz (s.a.v)’in, eşlerine “bir fiske” vurmadığı doğrudur; ama bir başka doğru daha var: Efendimiz (s.a.v)’in eşlerine fiske vurmasını meşru kılan illetin mevcudiyetinen söz etmek mümkün değil. Bir başka ifadeyle söylersek, Ümmehat-ı Mü’minin’den herhangi birisi serkeşlik etmiş midir ki Efendimiz (s.a.v)’in onlara fiske vurmamış olmasını –yukarıdaki ayetin hükmünü boşlukta bırakırcasına– delil olarak kullanıyoruz?

Sahabe’ye gelince, İmam Ahmed, Ebû Dâvûd et-Tayâlisî, el-Hâkim, İbn Mâce ve daha başkaları tarafından rivayet edildiğine göre el-Eşas b. Kays, Hz. Ömer’in (Allah ikisinden de razı olsun) şöyle dediğini nakletmiştir: “Rasulullah (s.a.v)’den bellediğim şu üç şeyi sen de benden belle: Kişiye, eşini niçin dövdüğünü sorma, vitir namazını kılmadan yatma…” Ravi, Hz. Ömer (r.a)’in söylediği üçüncü şeyi unuttuğunu söylüyor.[2]Ahmed b. Hanbel, I, 20; Ebû Dâvûd et-Tayâlisî, 6, İbn Mâce, “Nikâh”, 51; el-Hâkim, IV, 194. el-Hâkim, dipnotta belirttiğim yerde bu rivayetin isnadının sahih olduğunu belirtmiş, ez-Zehebî de Telhîs’inde bu hükme muvafakat etmiştir.

Pazartesi günü devam edelim.

Milli Gazete – 1 Kasım 2008

Kaynakça/Dipnot

Kaynakça/Dipnot
1 4/en-Nisâ, 34.
2 Ahmed b. Hanbel, I, 20; Ebû Dâvûd et-Tayâlisî, 6, İbn Mâce, “Nikâh”, 51; el-Hâkim, IV, 194.