“Keşke” Dememek İçin II

Ebubekir Sifil2014, Aralık 2014, Gazete Yazıları


Bir önceki yazıda “cemaat”in dönüş-tür-me süreci ile ilgili gözlem ve değerlendirmelerimden iki küçük örnek aktarmıştım. Tahşiye Grubu ile ilgili yargı sürecinde ve daha pek çok hususta benzer tesbitler dile getirmiştim cemaat”in 2000’li yıllarında…

O zamanlar “cemaat”in oluşturduğu etki o kadar güçlüydü ki, ne benim, ne de benimle birlikte bu tarz tesbitlerde bulunan diğer birkaç ismin sesi gerek yönetim kademelerine, gerekse geniş kitlelere ulaşma imkânı bulamadı yazık ki. Sesimizin ulaştığı yerlerde de “tefrikacılık”, “gerçeği görememe”, “haset”… gibi pek çok yafta ile karşılandık.

“Ben dememiş miydim” demekten en çok nefret eden birisi olarak bunları niye yazıyorum?

Bugün “cemaat”in ihanete dönüştüğü artık herkes tarafından kabul edilen faaliyetleri dolayısıyla ortalık toz-duman. Bu mesele gündemimizi o kadar işgal ediyor ki, başka gerçekleri göremez durumdayız. Basiretimiz bağlanıyor. Tıpkı yıllar evvel “cemaat”in oluşturduğu söylem ve buna dayalı etki gibi bugün de benzer söylemler üzerinden etki alanı oluşturmaya çalışan yapılar söz konusu.

Bu topraklar üzerinde 6 asırlık derin bir geçmişe ve muazzam müktesebata bağlı olarak teşekkül etmiş bir kimlik ve aidiyet var. Daha doğrusu “vardı.” Geldiğimiz noktada çeşitli iç ve dış odakların faaliyetleri sonucunda bu ülkenin insanları bu kimlik ve aidiyet bilinci konusunda son derece önemli savrulmalar yaşar hale gelmiş bulunuyor.

Geçmişinden, tarihinden, ecdadından, inanç ve kültüründen her geçen gün biraz daha uzaklaşan genç nesiller, bu yabancılaşma durumuna nasıl geldi? Bu ülkede ana-babasını tekfir eden, Suudi Arabistan yönetiminin ya da IŞİD’in “hak hilafet”i temsil ettiğini, dolayısıyla onlara biat etmeden ölenlerin “cahiliye ölümü”yle ölmüş olacağını söyleyen ya da Sahabe nesli de dahil olmak üzere bu Ümmet’in ortaya koyduğu pratiğin tümüyle “tahrifata”, “aldatmaya” dayandığını, gerçek İslam’ın ancak kendisini Ehl-i Beyt’e nisbet eden azınlık tarafından temsil edildiğini iddia eden veyahut da adına “gelenek” dedikleri yapının baştan aşağıya miadını doldurmuş, bugüne hitap etmeyen anlamsız ve değersiz bir yapıdan ibaret olduğunu, “gerçek İslam’ı doğrudan doğruya Kur’an’dan hareketle kendilerinin ortaya koyduğunu ileri süren insanlar ve bunlardın etrafında giderek büyüyen kitleler söz konusu.

Bir milletin özellikle eğitimli insanları arasında bu tarz savrulmaların yaygın olarak yaşanıyor olması, o milletin ciddi bir yabancılaşma sürecine girdiğinin göstergesidir. Cengiz Aytmatov’un “mankurt”undan olduğu gibi bu süreç bir süre sonra birbiriyle hiçbir bağlantısı kalmamış insanların oluşturduğu bir toplumu karşımıza çıkaracak. Tabii böyle bir yapıya “toplum” demek ne kadar mümkünse!..

Burada devleti yönetenlerin de, STK’ların da önemli sorumlulukları var. Osmanlıca konusunda gösterilen refleksin görünen yüzünde laikçi kesimler var. Görünmeyen yüzünde ise yukarıda karakteristik yapılarını özetlemeye çalıştığım kesimlerin tepkileri. Osmanlı ile hiçbir gönül ve zihin bağı kalmamış kitlelerden bahsediyoruz. Yeryüzünde Müslümanlar dışında bu tarz bir yabancılaşma yaşayan ikinci bir kesim var mıdır acaba?

Biz yeni nesillere işin hakikatini anlatamazsak, bu Ümmeti asırlar boyu ayakta ve bir arada tutan ana unsurların dünyamızdan sessiz sedasız silinip gitmesine duyarsız kalmaya devam edersek varacağımız nokta hücrelerimize kadar bölünüp yok olmaktan başkası değildir.

Ya devlet başa, ya kuzgun leşe durumu yani…

Vahdet Gazetesi – 27 Aralık 2014