Karaman Hocanın “Var”ları Ve “Yok”ları-11

Ebubekir Sifil2010, Ekim 2010, Gazete Yazıları, Hayrettin Karaman, Şahıslar

Yazarları arasında Karaman hocanın da bulunduğu Kur’an Yolu isimli tefsirde zina suçunun cezası üzerinde durulurken şöyle deniyor:

“Nûr sûresi hicrî 6. yılda, Nisa sûresi ise 4-6. yıllar arasında vahyedilmiştir. Fuhşun çeşitlerine göre cezalarının belirlendiği bu iki sûrenin ilgili âyetleri bir yandan birbirini tamamlamış; diğer yandan -muhtemelen- sonra gelenler, önceki gelenlerin bir kısım hükümlerini değiştirmiştir (nesih veya tahsis etmiştir). Âyetlerin açıklamaya muhtaç kısımlarını da hadisler açıklamış, böylece fuhuş suçuyla ilgili bazı cezaların kaynağını sünnet ve buna dayalı sahabe icmâı teşkil etmiştir…”

Konuya giriş mahiyetindeki bu cümleler meselemiz bakımından oldukça önemlidir. Zira burada:

  1. A) Ayetler arası “nesh/tahsis” ilişkisinden,
  2. B) Ayetlerin açıklamaya muhtaç kısımları bulunduğundan ve
  3. C) Bunların hadisler (Sünnet) tarafından açıklandığından bahsedilmektedir.

Dolayısıyla Kur’an Yolu isimli tefsirde, recm ve/veya merkezinde Kur’an-Sünnet ilişkisinin bulunduğu diğer meselelerle ilgili olarak Usul ilminin vaz ettiği prensipler üzere yürünüyor demektir. Burasını akılda tutarak tefsirden alıntı yapmaya devam edelim:

“Çirkin fiil” diye tercüme ettiğimiz fahişe kelimesi Kur’an’da, hemcinsler arasındaki cinsel ilişki için de kullanılmıştır. Buradan hareketle âyetler lafızlarına uygun olarak yorumlandığında 15. âyette kadınların kendi aralarında yaptıkları fuhuştan (sevicilik, lezbiyenlik), 16. âyette de erkeklerin kendi aralarında yaptıkları fuhuştan (livâta, homoseksüellik) bahsedildiği anlaşılmaktadır. Nûr sûresinin 2. âyetinde ise kadınlarla erkekler arasında yapılan fuhuş (zina) suçunun hükmü açıklanmıştır; şu halde suçların cezalarıyla ilgili hükümlerde bir değiştirme (nesih) söz konusu değildir. Nitekim İsfahanlı müfessir Ebû Müslim (ö. 323/935) âyetleri böyle anlamış, Muhammed Abduh ve Reşîd Rızâ da el-Menâr’da bu anlayışı desteklemişlerdir. Buna göre:

a) Seviciliğin cezası kadınları evlerde hapsetmektir; “Allah’ın onlara bir yol açması” ise hallerini düzeltmeleri ve erkeklerle evlenmeleridir.

b) Livata suçunun cezası, bunu yapanlara söz ve fiille eziyet çektirmek, onlara maddî ve manevî olarak acı vererek canlarını yakmak, böylece bu iğrenç fiili işlemekten vazgeçmelerini sağlamaktır. Ceza olarak ne söyleneceği, ne yapılacağı âyette açıklanmamış, ictihad ve uygulamaya bırakılmıştır.

c) Kadınla erkek arasında yapılan fuhuşun cezası ise Nûr sûresinde (24/2) açıklandığı üzere yüzer sopa vurmaktır…”

Bu ifadeler, Kur’an Yolu müelliflerine göre konunun, mu’tezilî müfessir Ebû Müslim el-İsfehânî’nin anlayışı doğrultusundaki izahını yansıtmaktadır. Ancak ardından gelen açıklama önemlidir:

“Bu anlayış ve yorum, âyetlerin lafzî ifadesine uygun olmakla beraber konuyla ilgili hadisler ve uygulama göz önüne alınınca birçok cevapsız soru ve çözülmemiş problem doğmaktadır. Yukarıdaki anlayışı ortaya koyanlar ve onu destekleyenler bu problemleri, ilgili hadislerin sahih olmadığını ileri sürerek veya “Hadisler daha önceki dinlere veya örfe dayalı uygulamayı aksettirmektedir, âyetlere gelince bu uygulamalar terkedilmiştir” şeklinde te’viller yaparak çözme yoluna gitmişlerdir. Ancak gerek homoseksüel ilişki ve gerekse evli erkeklerin ve kadınların zinası için öngörülen ağır cezaların -Nûr sûresi geldikten sonra da- asırlar boyunca uygulandığı, yüz sopa cezasının ise evlilik hayatı yaşamamış (muhsan olmayan) erkekle kadının zinasına tahsis edildiği bilinmektedir. İlgili hadislerin sahih olmadığını söylemek, hadis ve usul ilminde yerleşmiş kaidelere göre kolay ve isabetli değildir. Bu hadislerde geçen ifadeler de bu hükümleri açık biçimde içermektedir…”

Bu ifadeler, meselenin Usul zemininde çözülmesi gerektiğini göstermesi bakımından son derece önemlidir; çözüm de buradadır.

Karaman hocanın bu izahtan sonra yer verdiği –ve bu izahın “problemli” olarak gördükleri yönlerini gündeme getirip, buldukları çözümü gösteren– ifadelere gelince, recm meselesini ele aldığımız bu yazılar boyunca o yaklaşımın problemli yanlarını görmüş bulunuyoruz. Recm meselesiyle ilgili söyleyeceklerimizi bir sonraki yazıda toparlayalım.

Devam edecek.

Milli Gazete – 11 Ekim 2010