Kadın Üzerinden Din Sorgulaması Yapmak

Ebubekir Sifil2011, Aralık 2011, Gazete Yazıları

Her zaman söylüyorum; bir kere daha söyleyeyim: Modernite insanlığın karşılaştığı en tehlikeli virüstür. Girdiği her alanı tekeline alır ve hızla dönüştürür. Girmedik alan bırakmak onun tabiatına aykırıdır. Dolayısıyla hayatın bir alanında modernitenin hakimiyetini kabul ederek o istikamette dönüşmeye rıza göstermek, diğer alanlarda da açık veya örtülü olarak aynı durumu tescillemek demektir.

Moderniteyi niçin “virüslerin en tehlikelisi” olarak nitelemeliyiz? Bu soruya değişik açılardan değişik cevaplar verilebilir. Ama sanıyorum bunların hepsini şümulüne alan cevap şudur: Çünkü modernite, dönüştürdüğü insanda  “mutlaklık” hissi oluşturur. Bir diğer deyişle uzun insanlık tarihinin hiçbir döneminde insan, beşer kaynaklı değer yargılarını ve pratiklerini –modern dönemde olduğu gibi–  mutlaklaştırmamıştır. Modern insan, “değer” adına, hatta “hakikat” adına ulaşılabilecek ne varsa, ona münhasıran kendisinin ulaştığı vehmini taşıyan yegâne insandır.

Modern zamanlarda bir kısım İslamî nassları (ayet ve hadisleri) sırf modernitenin oluşturduğu değer ölçülerine ve pratiklere uymadığı gerekçesiyle bin dereden su getirerek devre dışı bırakma gayretlerinin temelinde işte bu “mutlaklık vehmi” yatmaktadır.

İslam tarihinin hiçbir döneminde hiçbir aklı başında müslüman, “ben, önceki nesillerin hiç birisinin ulaşamadığı şu hakikate ulaştım” ya da “önceki nesillerin tamamının yanıldığı/yanlış anladığı şu ve şu ayetleri/hadisleri sadece ben doğru anladım” dememiştir. Çünkü kendi değerlerinden şüpheye düş-ürül-memiş hiçbir müslüman bunun –aklen mümkün olsa da– adeten mümkün olmadığını bilir. Bu ümmetin, kıyamete kadar gelecek bütün insanlık üzerine şahit kılındığı, dolayısıyla temsil ettiği değerler sisteminin “hakikat”in ete kemiğe bürünmüş hali olduğu kesin gerçeği bize hep şunu telkin eder: Hakikat söz konusu olduğunda sadece siyah ve beyaz vardır. Griliğe, fluluğa, izafiliğe yer yoktur…

 Bizler hayatımızı “aklen mümkin”lere göre değil, “adeten mümkin”lere göre yönlendiririz. Aklî imkân esas alınarak hareket edilecek olursa hayat yaşanmaz olur. Zira mesela şu anda içinde bulunduğumuz binaların bir depremle yerle bir olabilme ihtimali aklî olarak her zaman söz konusudur. Ya da zaman zaman bizi esir alarak ikaz eden –sel, su baskını, tsunami, don, çığ… gibi– tabii afetler her zaman başımıza –aklî bir ihtimal olarak– gelebilir. Bu hisle yaşamaya başlarsak bir süre sonra psişik rahatsızlıkların mübtelası olmak kaçınılmaz hale gelecektir…

Buradan gelmek istediğim nokta şurası: Bu ümmetin, Kur’an ve Sünnet’in herhangi bir alanla ilgili delaletini tarih içinde yanlış anladığını ve uyguladığını söylemek, “muradullah”ın tarihin kurbanı olduğunu söylemek demektir. Kadınla erkek arasındaki ilişkiyi –modernitenin dayatmalarıyla– “eşitlik” ilkesi üzerine oturtarak yeniden kurgulamak, Kur’an ve Sünnet’i modern değerler üzerine yeni bir okumaya tabi tutmak demektir. Bunun Ehl-i Kitab’ın tahrif tecrübesinden farklı bir şey olduğunu kim iddia edebilir?

Dinî hükümleri anlama faaliyetinde “eşitlik” ilkesini Kur’an ve Sünnet’e dahi hakim olacak seviyede mutlak ve genel geçer kabul ettiğinizde başka alanlarda başka problemlerle karşılaşmaktan kaçınamazsınız: Söz gelimi toplumun fakir kesimleri “eşitlik” ilkesini esas alarak zekât müessesesinin yeniden düzenlenmesi gerektiğini ve zenginlerin, mallarının 40’ta 1’ini değil, mesela yarısını fakirlere vermesi gerektiğini pekala ileri sürebilir. Bu süreç, hayatın diğer alanlarını düzenleyen hükümlerin tamamına kaçınılmaz olarak uzanacak ve ortaya “yeni bir İslam” çıkacaktır! Bunun “tahrif”ten farklı bir şey olduğunu kim iddia edebilir?

Bu noktada “Ben İslam alimi değilim”le başlayan cümlelerin ardından “ama…” ile devam eden hüküm cümleleri kuran yazarlara da bir çift sözüm var: Yaptığınız iş düpedüz “fetva vermek” olduğu halde İslam alimi olmadığınızı sözün başında vurgulayarak sergilediğiniz yaman çelişkinin farkında olmayışınız –yaptığınız işin mahiyetini kavrayamamaktan kaynaklanan cehaletiniz sebebiyle– tolere edilebilir belki. Ama Kur’an ve Sünnet hakkında sergilediğiniz –oryantalistleri çağrıştıran ve katmerli bir “yabancılaşma” içinde kıvrandığınızı gösteren– tutum bir “Kur’an ve Sünnet’i tahrif girişimi”dir.

Hem fetvaya ehil olmadığınız halde fetva veriyorsunuz; hem de bunu kötü biçimde yapıyorsunuz. Sizler Allah ve Resulü’nün hükmünü/muradını değil,  modern değerleri esas kabul etmekle önce hükmü veriyor, ardından bunun gerekçesini oluşturmak için çırpınıyorsunuz.  Ehl-i Kitap kendi kitaplarını tam da böyle tahrif etmişti!…

Milli Gazete – 23 Aralık 2011