Evliliğe giden süreçten nikâh akdine ve kadının hamileliğine, çocuğun dünyaya gelmesinden sünnet edilişine, ergenlik çağına ilk adım atışından evliliğine, hayatının çeşitli dönemlerinden ölümüne, hatta ölüm sonrasına kadar bir Yahudi’nin bütün hayatı dinî/kültürel ritüellerle donatılmıştır. Mevsimlerin bile dinî içeriğe büründürülerek simgesel anlamlar kazandığı Yahudi kültüründe gelenek ile dinî inanç o denli iç içedir ki, bu iki alanı birbirinden ayırmak adeta imkânsızdır.
Yaygın kanaatin aksine Yahudi Kutsal Kitap Külliyatını oluşturan kitaplar Tevrat’ın bölümlerinden ibaret değildir. Tevrat hakkında Yahudi din adamlarınca ortaya konan yorum ve görüşlerden oluşan Mişna, Mişna’nın yorumundan oluşan Gemara (ki bu ikisi Talmud’u oluşturur) ve bunlar dışında küçüklü büyüklü pek çok kitaptan oluşan bu külliyatın tümü Yahudilerce kutsaldır.
Tevrat yorumları ve uygulamalardaki farklılıklar bir yana, eldeki Tevrat metinleri (Yahudi Tevratı ve Samiri Tevratı) arasındaki farklılıklar bile (ki 6 bine yakındır) onların Yahudiler nezdindeki kutsallık vasfını zedeleyememiştir. Babil Talmudu’na (Mişna ve Babil Gemarası’nın oluşturduğu Babil Talmudu yanında bir de Yeruşalayim (Kudüs) Gemarası ile yine Mişna’dan oluşan Yeruşalayim Gemarası vardır) göre M.Ö. 587’deki Babil sürgünü sonrasında Tevrat Filistin bölgesinde tamamen unutulmuştur. Nihayet M.Ö. 538’de Yahudiler Kudüs’e geri gelme imkânı bulmuş ve Ezra’nın oluşturduğu Büyük Meclis, Tevrat metnini yeniden inşa etmiştir. Peygamber olmamakla birlikte Yahudi din adamları (Rabbiler) tarafından peygamberden bile öte bir konumda olduğu kabul edilen Ezra’nın, Tevrat’ta ve Yahudi geleneğinde birtakım değişiklikler yaptığı da bizzat Yahudiler tarafından itiraf edilmektedir.
Yahudiler tarafından 4 bin yıl öncesinden başlatılan Yahudi tarihi boyunca zaman içinde dünyanın çeşitli bölgelerindeki Yahudilerce ortaya konmuş farklı gelenek ve uygulamalar bile, dinamik bir anlayışla dinî bir veçheye büründürülerek bağlayıcı kabul edilmiş ve sonuçta ortaya din-kültür karışımı bir gelenek çıkmıştır.
Yahudiler’in binlerce yıl içinde yaşadıkları pek çok badireye ve uzun sürgün (diaspora) yıllarına rağmen kimliklerini muhafaza edebilmiş olmalarında bu gelenekleri ısrarlı biçimde yaşatmalarının tek faktör olduğunun söylenmesi abartı olarak görülmemelidir.
Bütün bunları niye anlattığımı soracaklar için hemen söyleyeyim: “Geleneğin kutsallaştırılması” söylemi, bilindiği gibi İslam Modernistleri’nin sıkça başvurduğu bir iddiayı yansıtmaktadır. Oldukça kapalı ve elastiki olan bu ifadenin, sadece Kur’an tefsiri sadedinde ileri sürülmüş görüşleri ve Fıkhî içtihadları anlatmadığı, aynı zamanda Efendimiz (s.a.v)’in hadislerini de kapsadığı bilinen bir başka husus. “Geleneğin sorgulanması”, yenileşme/reform yanlılarının öne sürdüğü ilk ve en önemli talep olmakla aslında bütünüyle “kimliğin” sorgulanması gibi bir garabetin ifadesi.
Evet bizde “vahye dayanan” ile “beşerî olan” arasında, Yahudi kültüründe görüldüğü şekliyle bir “iç içe geçmişlik” yoktur. Ancak bu, ilmî mirasımızın bütünüyle “gözden çıkarılabilir” olduğunu da ifade etmez. Kültürel kimliğin ve “aidiyet”i temsil ve teşkil eden unsurların muhafazasının ne kadar önemli olduğunu anlamak için bu zevata, gözlerini biraz da Yahudilik tarihine çevirmelerini tavsiye ederiz. Gözlerinin içine sokulan gerçeği görmelerini “Tallit”lerin ucundan sallanan püsküller sağlar mı acaba?! Ne dersiniz…
Nisan 2002 – Milli Gazete